Mihail Gorbaçov Olmasa Sovyetler Birliği Yıkılır Mıydı?
Sovyetler Birliği’nin son başkanı Mihail Gorbaçov 30 Ağustos 2022’de öldü.
1985’te Sovyetler Birliği’nin başına geçen Gorbaçov 6 yıllık iktidarında Soğuk Savaş’ı bitiren adımları atmasıyla ve iktidarının sonunda Sovyet rejiminin bitişini ilan etmesiyle tarihe geçti.
Ölümünün ardından sosyal medyada da hararetli bir tartışmaya konu oldu Gorbaçov. Soğuk Savaş yıllarını özleyenlerin kamplaşmasında Batıcı, liberal çevreler Gorbaçov’u Sovyet halklarını özgürleştiren, komünist rejimden kurtaran adam olarak yüceltirken komünist çevrelerde Gorbaçov emperyalistlerin bir kuklası, Sovyetler Birliği’ni yıkan adam olarak genellikle kötü sözlerle anıldı.
Aslında hem kendisini yüceltenler hem de kendisini yerenler bir noktada ortaklaşıyor, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının Gorbaçov eliyle olduğuna inanıyorlar. Liberaller Sovyetler Birliği’nin yıkılışını Gorbaçov’un başarısı sayarken komünistler yıkımı Gorbaçov’un ihaneti olarak görüyorlar.
Mihail Gorbaçov, oynadığı pizza reklamıyla gündem olmuştu.
Peki gerçekten de Sovyetler Birliği’nin yıkılma sebebi Gorbaçov mu? Gorbaçov değil de bir başkası olsa Sovyetler Birliği’nin ayakta kalma ihtimali var mıydı? Bu soruya evet diyenler siyaseti sadece aktörler ve niyetler üzerinden okuyup yapıları ve tarihsel koşulları ihmal ediyor. Sovyetler Birliği’nin yıkılıma sebebini anlamak içinse sloganlardan biraz fazlasını okumaya ihtiyacımız var.
***
Başkanlıktan istifasını açıklarken Gorbaçov şunları söylemişti:
“Her şeyden bol miktarda var: toprak, petrol ve gaz, diğer doğal zenginlikler ve Tanrı bize çok fazla zekâ ve yetenek verdi. Ancak gelişmiş ülkelerden çok daha kötü yaşadık ve giderek daha çok onların gerisinde kalmaya devam ediyoruz.
Sebebi aşikâr: toplum, komuta-bürokratik sistemin mengenesinde boğuluyordu, ideolojiye hizmet etmeye ve silahlanma yarışının korkunç yükünü taşımaya mahkumdu.”
Gorbaçov Sovyetler Birliği’nin geride kalmasının sebebi olarak hantallaşmış, partiyle bütünleşmiş bir bürokrasinin bütün toplumu yönetmeye çalışmasına işaret ediyordu.
Mihail Gorbaçov’un istifa konuşması – İngilizce altyazılı
Aslında göreve geldiği günden beri de hem bir dizi reform politikası uygulamış hem de toplumun siyasi konularda kendini daha özgür bir biçimde ifade etmesi için çalışmıştı. Gorbaçov’un iki önemli söylemi olan “perestroika” ve “glasnost” da yeniden yapılanma ve şeffaflık anlamına geliyordu. Peki bu reformlar neden işe yaramadı? Yoksa Gorbaçov’u emperyalistlerin kuklası olarak görenlerin düşündüğü gibi bu reformlar Sovyetler Birliği’ni dağıtmak için mi ortaya konmuştu?
Bu soruya cevap vermek için 1985’e, Gorbaçov’un iktidara geldiği yıldaki Sovyetler Birliği’nin durumuna bakmamız gerekiyor. 70’lerin sonunda petrol fiyatlarının düşmesiyle birlikte bir ekonomik durgunluk baş göstermiş, hammadde ve doğal kaynak ihracatına dayalı bir ekonomi olan Sovyet ekonomisinde merkezi planlama ekonomiyi yönlendirmeye yetemez olmuştu. Artan yolsuzlukla birlikte halkın rejime olan inancı da zayıflıyordu. 1979’da başlayan Afganistan işgaliyse ordunun harcamalarını ciddi ölçüde artırmıştı. ABD için Vietnam neydiyse Sovyetler Birliği için Afganistan o oldu. Savaş, ekonomik kaynakları emen ve rejimin itibarını azaltan bir karadeliğe dönüşüyordu.
Sovyet Rusya’nın Afganistan’ı işgali (1979 – 1989)
Böyle bir ortamda Sovyetler Birliği’nin başına geçen Gorbaçov, 54 yaşında, politbüronun en genç üyesi olarak göze çarpıyordu. Gorbaçov’un “yeniden yapılanma”sının 3 temel başlığı vardı: ekonomi, dış politika ve demokratikleşme. Ekonomide katı planlamacılıktan devlet güdümlü bir serbest piyasaya yönelim vardı. Daha önce hangi ürünün ne kadar üretilmesi gerektiğine karar veren devlet artık birçok ürün için bu kararı piyasadaki arz-talep dengesine bırakacak ve aynı zamanda özel girişimlerin de önünü açacaktı. Dış politikada nükleer savaşı engellemek ve silahsızlanmak en önemli hedefken siyasetin demokratikleşmesi için yerel otoriteleri güçlendirmek de 15 Sovyet ülkesini bir arada tutmanın formülü olarak görülüyordu.
Bu yeniden yapılanma planı dış politikada meyvelerini verdi, Gorbaçov ve Reagan 1987’de Nükleer silahsızlanmaya gidecek anlaşmayı imzaladılar. Gorbaçov’un Batı ile diyaloga açık dış politikasının en büyük meyvesi de Soğuk Savaş’ın bitmesi olacaktı.
Fakat ekonomide işler istenildiği gibi iyi gitmiyordu. Ekonomide planlamanın azaltılması bazı temel ürünlerde kıtlığa sebep oldu. Serbest piyasayı tecrübe etmemiş Sovyet ekonomisi kendi haline bırakıldığında dengeyi bulacak bir piyasa üretemiyordu. Reform acı bir ilaçtı ve gerçekleştirilebilmesi için sabır gerekiyordu. Fakat ne ekonomide şok politikası tercih eden politikacıların sabrı vardı ne de reformun yükünü sırtlanan halkın…
Ekonomide işler kötü giderken “glasnost” politikalarıyla basında büyük bir özgürlük dalgasının başlaması aslında halkın rejimle kurduğu ilişkiyi iyileştirmek isterken tersi bir sonuç üretmiş oldu. Kapitalist dünyanın müreffeh pozlarını seyretmek, reformdan önce rejime inancı zayıf olan halkı artık rejimden nefret eden halka dönüştürmüş oldu. Gorbaçov’un iktidarının ikinci yılında Çernobil’de yaşanan nükleer felaketin, olaylar yaşandıktan sonra günlerce halka haber verilmemiş olması da halkın “şeffaflık” söylemine yüz vermemesine sebep olmuştu.
Son olarak, yerel otoritelerin güçlenmesi onları Moskova’ya bağlamaktan çok bağımsızlık istemeye götürmüştü. Neredeyse tamamında etnik çatışmaların yaşandığı Doğu Avrupa’daki Sovyet ülkelerinde daha önce Sovyet Rusya’nın askeri desteği Sovyet rejimlerini ayakta tutuyordu. Gorbaçov’un bu ülkelere askeri müdahalede bulunmaması bu ülkelerdeki Sovyet rejimlerinin çok hızlı bir şekilde çözülmesine sebep oldu. 1989 yılında birçok Sovyet ülkesi devrimlere şahit olmuş, Doğu ve Batı Almanya’yı birbirinden ayıran Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla da Soğuk Savaş sona ermişti. Takip eden yıllarda Gürcistan, Azerbaycan, Litvanya gibi ülkeler de birlikten kopmuş ve Gorbaçov’un politikaları başarısızlıkla sonuçlanmıştı. 1991’de parti içindeki tutucu kanat kendisine karşı bir darbeye girişip başarısız olsa da aynı yılın sonunda Gorbaçov hem istifasını hem de Sovyetler Birliği’nin sonunu duyurmuş, Moskova’da inen Sovyetler Birliği bayrağının yerini Rusya’nın üç renkli bayrağı almıştı.
Sonuç olarak Gorbaçov her ne kadar Sovyetler Birliği’nin dağılmasının müsebbibi olarak suçlansa da bu yıkımın arkasında yetmişlerde Sovyet ekonomisini esir alan durgunluğun çözülemez hale gelmesinin ve rejimin ancak silah ve baskı ile varlığını devam ettirebilmesinin olduğunu söyleyebiliriz. Gorbaçov’un serbest piyasaya geçişle birlikte basın özgürlüğünün de önünü açması uyguladığı reformlara yönelik eleştirilerin de güçlü bir şekilde konuşulmasına sebep olmuştu. Yani bir reform öbürünün etkisini artırmak yerine onu zayıflatıyordu. Gorbaçov’un başarısız reform girişimleri kaçınılmaz olanı hızlandırmış olsa da Sovyetlerin yıkılması bir halkın özgürlüğüne kavuşması öyküsünden ibaret değildi. Ekonomide uygulanan şok terapi halkın büyük bir kesimini yoksulluğa iterken 90’lı yılların Rusya’sında etkili olan mafyatik oligarkların da doğuşuna sebep olmuştu. Tepeden inme bir şekilde ilan edilen özgürlüğün ömrüyse beklendiği kadar uzun olmayacaktı…
Comentários