Yeni Hindistan'ın Paradoksları: İki Asya Devinin Yarışı
Başlık, Economic Times'ın 2010 yılında "India: A country of paradox" adlı makalesinden esinlenerek oluşturulmuştur. Makale şu sorularla başlıyordu: Dünyayı kasıp kavuran bir bilişim sektörüne sahipken, sivil toplumda devasa boyutlara ulaşan yolsuzluk nasıl var olabiliyor? Politikacıları, insanları din, kast ya da bölge temelinde bölmek için her türlü hileye başvururken nasıl dünyanın en büyük demokrasisi olduğunu iddia edebiliyor? Hindistan, altyapı bakımından dünyanın en kötü şehirlerinden bazılarına sahip ve ortalama olarak dünyanın en eşitsiz ilk 10 ülkesinden biriyken, nasıl oluyor da yeni küresel güç olma iddiasında bulunabiliyor ve G7 ülkelerinin bazılarını geride bırakarak dünyanın 5. büyük ekonomisi olabiliyor?
Bu sorular, Hindistan'ın karşı karşıya olduğu karmaşık ve çelişkili durumları gözler önüne seriyor. Bir yandan ülke ekonomik büyüme ve yatırımlar konusunda yeni trend haline geliyor ve uzay sanayi, teknolojik gelişmeler bakımından öne çıkıyor. Öte yandan ise yoksulluk, eşitsizlik ve yolsuzluk gibi köklü sorunlarla mücadele ediyor. Dünyanın “en büyük demokrasisine” sahip olmanın gururunu yaşıyor, ancak iç siyasette kutuplaşma ve bölünmüşlük de günden güne artıyor.
Bu yazıda irdelenmeye çalışılacak konular "yeni" ve "eski" Hindistan'ın siyasi ve ekonomik değişimleri etrafında Asya'nın asıl devi olarak nitelendirilebilecek Çin ile rekabeti. Nitekim Le Monde, Şubat 2024’te yayınladığı bir analiz yazısında "Hindistan, “dünyanın fabrikası” olarak Çin'in yerini almayı hayal ediyor" şeklinde manşet atmıştı. Dolayısıyla bu yazıda Asya'da bu rollerin değişimine değinerek hem Hindistan'ı anlamaya çalışacağız hem de Asya'daki diğer aktörleri değerlendirmeye çalışacağız.
Hindistan, son yıllarda küresel ekonomide önemli bir rol oynayan ülkelerden biri haline geldi. Özellikle bilgi ve iletişim teknolojileri sektöründeki gelişmeleriyle dikkat çeken ülke, "Asya'nın Silikon Vadisi" olarak bilinen Bangalore şehri ile birçok Batı Avrupalı ve Kuzey Amerikalı şirketin ilgisini çekmektedir. Bu şirketler, daha düşük maliyetlerle hizmet alabilmek için Hindistan'da ofisler açmakta ve bu durum sermayenin Hindistan'a kaymasını sağlamaktadır. Mesela New York’ta taksi siparişi verdiğinizde, konuştuğunuz kişi size Hindistan’dan bağlanıyor olabilir. Zaten Hindistan’ın sektörel GSYİH’ına bakıldığında yaklaşık olarak %53’ünü hizmet sektörü oluşturmaktadır.
Nüfus açısından Hindistan, Çin'e kıyasla daha genç ve dinamik bir yapıya sahiptir. Ortalama yaş Çin'de 37 iken Hindistan'da 28'dir. Bu durum hem bir avantaj hem de dezavantaj olarak değerlendirilebilir. Çünkü Hindistan’ın kronik sorunlarından biri olan işsizlik çözülmeden genç nüfustan beklenen verim alınamayacaktır. Açıklanan verilere göre Hindistan, 1.4 milyar nüfusu ile dünyanın en kalabalık ülkesi konumundadır. Fakat Hindistan’dan gelen verilerin güvenilirliği de ayrı bir tartışma konusudur.
Asya’nın iki devini değerlendirirken BRICS’e de değinilmesi gerekmektedir. Bu grup, küresel ekonominin önemli bir kısmını temsil etmekte ve uluslararası ilişkilerde siyasi olarak giderek artan
bir etkiye sahip olmaktadır. Peki küresel ekonomi adına BRICS’in önerisi nedir ? Mevcut ekonomik sisteme hakimiyet mücadelesi olarak bakan BRICS'in kuruluşunun arkasındaki temel itici güçlerden biri, Batı'nın ve doların küresel ekonomideki dominasyonuna karşı tepkiydi. Özellikle Bretton Woods kurumları olan Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın, borç verme politikalarını siyasi taleplere bağlaması, BRICS ülkelerini rahatsız etmiştir. Alternatif bir yol olarak, bu duruma cevaben BRICS, 2015’te küresel ekonomiyi yönetmenin farklı bir yolunu savunan Yeni Kalkınma Bankası'nı (NDB) kurdu. NDB, IMF ve Dünya Bankası'na alternatif olarak tasarlanmış, gelişmekte olan ülkelere adil ve şartsız finansman sağlamayı amaçlamaktadır. Hindistan’ın rolüne değinecek olursak, Hindistan NDB'nin kurulmasında ve işleyişinde önemli bir rol oynamaktadır. Bankanın ikinci büyük katkı payına sahip olan Hindistan, yönetim kurulunda da önemli bir temsile sahiptir. Hindistan ayrıca NDB'nin altyapı ve kalkınma projelerine önemli miktarda yatırım yapmaktadır. Diğer taraftan Çin ise bu bankaya en çok katkı sağlayan aktördür. Dolayısıyla dışardan değerlendirildiğinde, iki aktör mevcut sistemde aynı kampın içerisinde yer almaktadır.
Ekonomik rekabet konusunda ABD ve Çin toplam gayri safi yurtiçi hasıla açısından hala Hindistan'ın oldukça ilerisinde olsa da 1.4 milyarlık nüfusuyla Hindistan küresel ekonomik büyümenin lideri olma potansiyeline sahiptir. En azından mevcut hükümetin söylemi bu yönde. Bu bağlamda dünyanın birçok yatırım bankası şu anda Hindistan'ı öncelikli yatırım hedefi olarak görüyor; Morgan Stanley, Goldman Sachs, Bakley's. Fakat hala nominal gayri safi yurt içi hasıla kıyaslaması yapacak olursak, tabloda da görüldüğü üzere Çin Hindistan’ın 5 katı kadar büyüklüğe sahiptir.
Çin, 70'lerin sonlarında başlayan ekonomik açılımı ve 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü'ne (DTÖ) katılmasıyla ivme kazanan bir şekilde küresel ekonomik büyümenin ana itici gücü olmaya devam etmektedir. Yabancı yatırımları çeken Çin, finans piyasalarının ve küresel sermaye piyasalarının itici gücü haline gelmiştir. Bu durum, dünyadaki çoğu şirket ve ülkenin Çin ile rekabet edebilmek için bir strateji geliştirmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu bağlamda Hindistan’ın stratejisi ise bir alıntı ile özetlenebilir "Tarihsel olarak Hindistan uluslararası ticarete çok açık olmamıştır ve hükümetin stratejisi, özellikle Çin'den yapılan ithalatı yüksek gümrük vergileriyle sınırlamak ve ihracatı sübvanse etmektir"[1].
Öte yandan Hindistan, 90'lı yıllara kadar ekonomisini liberalleştirmeye başlamadı ve o zamandan beri Çin'e kıyasla daha yavaş bir büyüme hızı izledi. Günümüzde ise Hindistan yaklaşık %7'lik bir büyüme oranına sahiptir. Bu noktada Çin'i geride bırakmak için tek ihtiyacı olan şey biraz daha hızlı büyümek. Elbette bu o kadar da basit değil. Fakat Çin’deki emlak krizi ve sağlıksız büyüme, Çin’in son 3 yılın en düşük ihracat rakamlarına sahip olması gibi etkenlerin yanında Hindistan’ın sunduğu daha cazip iş gücü olanakları ve yatırım çeşitliliği Hindistan’ı dış yatırımlar için yeni favori yapıyor.
Ancak Hindistan’ın önce şu 4 kilit alanda bazı büyük engelleri aşması gerekiyor; imalat, kentleşme, işgücü ve altyapı. Bu 4 alan bakımından Hindistan hala en yüksek 5 GDP içerisinde geri planda kalıyor.
Diğer yandan Hindistan 2021’de ekonomik büyüme liderliğini ele geçirecek kadar hızlı büyüyordu ve hükümet bunu tekrar yapabileceğini söylüyor. Finans piyasalarında bu kutular 2023 yılındaki ekonomik büyümeyi temsil etmektedir. Hindistan'ın 2028'e kadar yılda %1 daha hızlı büyümesi durumunda bu durumun nasıl değişeceğini incelersek, karşılaşılacak yeni tablo ise bu şekilde olacaktır;
Teker teker karşılaştırma yapmadan, ekonomi alanındaki yapılan kıyaslamalar ve veriler ışığında, Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) ve Çin Yeni İpek Yolu Projesi (BRI)'nin farklı yollarla dış pazarlara ulaşma arzusu, iki ülke arasındaki en basit çatışan ekonomik çıkarlardan biri olarak gösterilebilir. Çin ve Hindistan’ın ekonomilerinin büyüme odaklı olduğunun altını çizmek gerekiyor, bu bağlamda iki aktör de daha geniş ölçekli pazar alanlarına ulaşmak istiyor.
Hindistan ve Çin’in Uzay Yarışı
Hindistan ve Çin, sadece ekonomide değil, uzay programlarında da rekabet halindedir. Hindistan 2047’de, İngiltere’den bağımsızlığının 100. yılında, uzay misyonu kapsamında Mars'a ayak basmak istiyor. Çin’in hedefi de aynı yönde, 2049’da kızıl bayrağı kızıl gezegende dalgalandırmak istiyor. Bu sembolik hedefler, her iki ülkenin de uzay programlarına verdiği önemi gösteriyor.
Kuruluşlarının ilk yıllarından beri her iki ülke de bilime duyulan ihtiyacı, kalkınma için bir değer ve uluş inşasında önemli bir faktör olarak görüyor. Hindistan; SSCB, ABD ve Çin’den sonra aya iniş yapan 4. ülke oldu. Uzun vadede yarışmayı kimin kazanma ihtimali daha yüksek? Bekleyip göreceğiz. Fakat Çin’in uzay ajansının bütçesinin yaklaşık 8 milyar dolar, Hindistan’ın ise 2 milyar dolar civarında olduğu biliniyor. Bu rakamlar NASA’nın 25.4 milyarlık bütçesinin yanında karşılaştırılamayacak kadar düşük kalıyor. Uzay programlarının gelişimini değerlendirecek olursak, Çin daha fazla insan gücü ve finansal kaynak kullanarak askeri gelişim ve füze teknolojisine odaklanmış durumda. Hindistan ise uzay araştırmalarında daha bilimsel ve ticari bir odağa sahip.
Hindistan’ın iç siyaseti ve ekonomik hedeflerini inceleyecek olursak 2014’te iktidara gelen Narendra Modi hükümetinin Hindistan'ı dünyanın yeni fabrikası yapma konusunda uzun süredir devam eden bir hedefi var. İktidara geldiği ilk bağımsızlık günü konuşmasında “Tüm dünyaya seslenmek istiyorum (...): 'Gelin Hindistan'da üretin' diyerek “Make in India campaign”i ortaya atmıştı. Girişimin amacı, Hindistan'ı en çok tercih edilen küresel üretim destinasyonu olarak tanıtmak olarak özetlenebilir.
Peki Hindistan bu hedefine ulaşabilir mi ? Bir girişimci olsanız o ülkenin profili de sizin için önemli bir turnusol olacak. Dolayısıyla biraz da Hindistan’ın iç dinamiklerini inceleyelim. Özellikle kültür, dil, din, siyaset ve dış politika gibi unsurlar üzerinden Hindistan’ın son yıllardaki değişimine odaklanalım Yazının başında bahsettiğimiz paradokslar, Hindistan’ı anlaşılması zor ve geleceğinin de oldukça değişken olduğu hakkında bize sinyaller veriyor.
Hindistan denilince akla ilk gelen unsur Hinduizm'dir. Fakat devlet amblemleri ve bayrağı Budizm'den esinlenmiştir. Dolayısıyla Budizm, daha kapsayıcı bir kültür gibidir, daha çok bir üst kimlik olarak görülür. Ülkede nüfusun %80'i Hindu iken, %14 civarında Müslüman nüfus bulunmaktadır. Bu da Hindistan'ı dünyanın en kalabalık Müslüman nüfusuna sahip ülkelerinden biri yapmaktadır. Dolayısıyla ülke dini açıdan heterojen bir yapıdadır ve bünyesinde kalabalık dini azınlıklar barındırmaktadır.
Ülke sosyal anlamda oldukça hiyerarşik bir yapıdadır. Kast sistemi siyasi anlamda çok etkin olmasa da sosyal hayatta hala etkisini göstermektedir. Hindistan'da çok kültürlülük ve uzlaşı, Gandhi'den beri önemli semboller olmuştur. Fakat 2000'li yıllardan sonra bu durum değişmeye başlamıştır. 2014'ten sonra Narendra Modi'nin iktidara gelmesiyle birlikte, "ülkenin kendi evlatları yönetiyor" imajı ön plana çıkarılmıştır. Çünkü Hintliler yüzyıllarca, Müslümanların azınlık olmasına rağmen, Babürler tarafından yönetildi. Daha sonra zenginliği ile masallara konu olan toprakların uzun bir sömürge geçmişi ile yağmalanması dönemi başladı. Hindiçini, koloni zamanında 1857’den sonra tamamen İngiltere etkisi altına girdi. Öyle ki Hindistan’ın, İngiltere’nin uzak denizlerde 18 ve 19.yy’larda ana stratejisini kurduğu sömürgesi haline geldiğini söyleyebiliriz. Ufak bir dipnot verecek olursak, bugünkü İngiliz Dışişleri Bakanlığının eski ismi “India Office”dir. Tabii geçmişin bugüne yansımaları mevcut; Hindistan'da resmi olarak 22 dil var, fakat bunların içinde İngilizce yer almıyor. Buna rağmen farklı bölgelerden insanlar bir araya geldiğinde genellikle İngilizce konuşmaktadır. Hindistan’ın elitleri hala İngilizce konuşmakta, diğer taraftan Müslüman azınlık ile dini çatışmalar sık sık yaşanmaktadır.
2014 sonrası değişimle birlikte dış politikada da milliyetçi ilkeler ön plana çıkmaktadır. Hinduizmin sembolleri artık bir soft power aracı olarak kullanılmaktadır. Modi, 2014'te BM'ye başvurarak 21 Haziran'ı uluslararası yoga günü ilan ettirmiştir. Esasen işin felsefesini bir kenara bırakırsak yoga mitolojik kökenleri olan bir Hindu ibadetidir.
Modi hükümetinin şu an Hindistan'ın kurucu değerleriyle kavgaları ve zıtlıkları olduğu söylenebilir. Dolayısıyla yeni Hindistan’ın paradokslarından biri de eskiyle çelişmesi. Modi'nin iktidara gelmesiyle birlikte kamuoyunda ve halkta bir dönüşüm süreci başlamıştır. Modi’nin siyasi söyleminde ekonomide neoliberalleşme, sosyal hayatta muhafazakarlık ve Hindu milliyetçiliği vurgulanmaktadır. Bu durum, Modi'nin Hindu üst kimliğini vurgulaması ve çok kültürlülüğün geri plana atılması olarak yorumlanabilir. İktidar süresinde, ülkenin geniş azınlık kesimleri ise kendini artık baskı altında hissetmeye başladı. Parlamento’nun dini ritüellerle açılması, seçim mitinglerinin dini ve özellikle Hindu öğeleriyle dolup taşması bu olgunun bariz örneklerinden.
Başka bir somut örnek daha verecek olursak Ayodhya vakasını ele alabiliriz. Olayı kısaca özetleyecek olursak, Ayodyha kentinde 92 yılında aşırılıkçı Hindu milliyetçileri (BJP ve RSS’in öncülüğünü yaptığı gruplar) 16. Yüzyılda inşa edilen Babir Camisi’ni, altında Hindistan’ın Tanrılarından Rama’nın tapınağı olduğu gerekçesiyle kazma ve küreklerle 5 saatlik arbedenin ardından yıkmıştı. Olaylar patlak vermeden önce, dönemin BJP lideri Tanrı Rama kıyafetiyle ülkeyi dolaşmıştı ve Ayodyha hakkında bahsi geçen Cami’nin yıkılıp Rama Tapınağının tekrardan restore edilmesine ilişkin kampanyalar düzenleniyordu. Cami’nin yıkılması ülke çapında yer yer ayaklanmalar yol açtı. Büyük bir toplumsal şiddet olayına dönüşen ayaklanmalarda 2 bine yakın kişi öldü ve 5binin üzerinde kişi yaralandı. Aslında olaylar ilk 1949 yılında patlak vermişti ve o tarihten beri Hint hükümeti bölgeyi “tartışmalı arazi” ilan edip camiyi ibadete kapatmıştı. Fakat Modi hükümetiyle beraber, Hindu milliyetçilerinin tanımıyla Ayodhya kentinin “Hindu Vatikanı”na dönüştürülmesi için harekete geçildi. Hindular ve Müslümanlar arasındaki anlaşmazlık 2019 yılında Yüksek Mahkeme'nin caminin yıkılmasının "hukukun üstünlüğünün korkunç bir ihlali" olduğunu açıkça belirtmesine rağmen araziyi Hindulara vermesiyle sona erdi. Dolayısıyla yaklaşık 30 yıldır ülke siyasetinde önemli bir rol tutan Ayodhya olayı, Modi hükümetiyle birlikte 2024’te yıkılmış caminin yerine Rama Tapınağının inşası ile noktaladı. Modi her ne kadar tapınak sayesinde “ülkenin birleşeceğini” söylese de bu olayı heterojen yapının yok edilmesine karşı bir hamle olarak yorumlamak mümkün.
Son olarak değinilecek konu ise Hindistan’da yapılanan maosit-marxist hareket Naxalit isyanları. Ülkenin %77’sinin yoksulluk sınırında olması nedeniyle hala bölge bölge güçlü olan 1967’de başlayan Naksalit hareketi. Çin’in günümüzde bu komünist harekete destek verdiği bilinmektedir. Aynı zamanda 62’den beri süregelen Çin ile yaşanan bir Keşmir sınırı uyuşmazlığı sorunu da vardır.
Dolayısıyla Çin ve Hindistan ilk bakışta ekonomik ve siyasi açıdan ortak gibi gözüken, BRICS ve "Yükselen Güney"in güçlü temsilcileri olsalar da aralarında siyasi ilişkiler ve ekonomik çıkarlar açısından süregelen uyuşmazlıklar vardır. Sınırlarda yaşanan çatışmalar, ekonomi savaşları ve uzay teknolojisi yarışları iki ülke arasındaki rekabeti kızıştırmaktadır. Bu durum, her iki ülkeyi de realist bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde hem partner hem de rakip olarak nitelendirmemizi gerekli kılmaktadır.
Comments