top of page

Kitap Değerlendirme: Populism and Liberal Democracy: A Comparative and Theoretical Analysis


Pappas, Takis S. 2019. Populism and Liberal Democracy: A Comparative and Theoretical Analysis. Oxford: Oxford University Press.

Güncel küresel siyasi atmosferi betimlemek için sıkça başvurulan, niteliksel çeşitliliği ve zamansal-mekânsal kapsamı epeyce geniş bir terim olarak popülizm, son yıllarda siyasete dair tartışmaların merkezî bir teması haline geldi. Kavramın coğrafi referansları Latin Amerika’dan Avrupa’ya uzanırken ideolojik duruş olarak birbirlerinden fersahlarca uzaktaki liderler veya partiler de tek bir “popülist” etiketi altında buluşturulabiliyor. Olgu olarak siyasi tarihte uzun soluklu ve çoğunlukla negatif çağrışımlarla dolu bir geçmişe sahip olan popülizm kavramının son yıllarda kazandığı çekiciliğin belki de en önemli nedenlerini güncel popülist dalganın özellikle Batı’nın zengin liberal demokrasilerinde kazandığı seçim başarıları ve popülist siyasetin demokrasinin bu liberal anlayışına dair aşındırıcı imaları oluşturuyor. Geçmiş tezahürlerinden farklı olarak bugün popülizm artık Batı Avrupa dışında kalan dünyaya özgü siyasal ve ekonomik çarpıklıkların bir sonucu olarak muamele görmüyor. Aslında, 1980li yıllardan itibaren Avrupa’da da görülmeye başlayan popülizm, Trump’ın 2016 Başkanlık Seçimleri’ndeki umulmadık zaferi, Le Pen’in Fransa Başkanlık Seçimleri’nde ikinci tura uzayan başarısı ve Avro-şüpheci bir hareket olarak Brexit sürecinin gidişatı ile doruk noktasına ulaşarak, kronik bir refleks haline geldiği Latin Amerika’ya ek olarak Avrupa ve Amerika’da da siyasetin yaygın bir pratiği haline gelmeye aday konumda.

Popülizm kavramının tüm bu popülerliğine rağmen terime dair genel geçer bir tanım bulabilmek kolay değil. En sık rastlanan kavramsallaştırmalar popülizmi türlü sosyoekonomik süreçler sonucu kültürel, siyasal ve ekonomik alanlarda dezavantajlı konuma düşerek hınç dolu hale gelen heterojen toplulukların süregelen siyasi düzene güvenini kaybettiği bir ortamda ortaya çıkan bir olgu olarak görüyor. Bu dışlanmış ve sitemkar toplulukların “olağanüstü” bir lider tarafından, ideolojik spektrumun sağ veya sol çizgilerinden referanslarla motiflenerek, ahlaken üstün ve homojen bir bütün olarak kurgulanmasıyla ortaya çıkan, “halk”[i]ın tüm sorunların ana kaynağı olarak kodlanan “yozlaşmış elit”lerin oluşturduğu müesses nizamın karşısında konumlandırıldığı popülizm, yerel siyasi arenadaki güç parametrelerini etkilemesi kadar uluslararası politik düzenin süregelen sosyal, siyasi ve ekonomik dengelerine izdüşümleri sebebiyle de oldukça katmanlı bir siyaset biçimi oluşturuyor. Halkın lider nezdinde temsili ve halk ile liderin aracısız ilişkisine dayanan popülizm bugün pek çok ülkede ana akım siyasete meydan okuyan muhalif bir güç olmanın yanı sıra iktidarda bulunan örnekleriyle de anlaşılması elzem bir siyasi projeyi temsil ediyor.

Yükselen popülizm dalgası ile eşzamanlı bir artış gösteren siyaset bilimi disiplini içerisindeki popülizme dair akademik tartışmalar kavramı kuramsal ve ampirik incelemelerin normatif tartışmalarla beraber yürüdüğü üç temel seviyede ele alıyor[ii]. Birinci temel katman kavramın esas doğasını belirginleştirebilecek, küresel uygulanabilirliğe sahip bir tanım arayışı etrafında şekilleniyor. İkinci temel katman popülizmin ortaya çıkış nedenlerine odaklanarak hangi etmenlerin ve koşulların popülist siyaseti tetiklediğini ve popülizmin neyin içinde kök saldığını sorguluyor. Popülizmin kırılgan ya da konsolide olmuş demokratik rejimler içerisinden çıkan bir olgu olması sebebiyle de bu seviyedeki tartışmalar popülizmin demokrasi içerisindeki yerinin sorgulanmasından bağımsız değil. Son olarak, üçüncü katman ise popülizmin siyasal rejime olan etkilerinin incelenmesi, spesifik olarak da popülizm ile demokrasi arasındaki ilişkinin araştırılması etrafında dönüyor.

Takis S. Pappas’ın Populism and Liberal Democracy: A Comparative and Theoretical Analysis (2019) adlı kitabı akademik literatürün bu üç ana tartışmasına da ampirik verilerle desteklenen ve teorik çerçeveye oturtulmuş bir analizle nihai bir cevap verme gayretinde olan iddialı bir çalışma. Sadece popülizm teriminin değil, popülizm ile bağlantılı pek çok kavramın da titiz bir analitik incelemeye tabi tutulduğu, araştırma dizaynının her adımında okuru da beraberinde düşündüren Populism and Liberal Democracy (2019), İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde gelişen modern popülist siyasetin liberal demokrasinin “ayna görüntüsü”olduğunu öne süren ve popülizmin makro-bağlamsal ve mikro-mekanik nedensel faktörlerine hassasiyet göstererek genel bir popülizm teorisine ulaşmayı amaçlayan karşılaştırmalı bir inceleme. Çalışmanın pozitif ampirik örneklerini Arjantin’de Peron (1946), Yunanistan’da Papandreou (1981), Peru’da Fujimori (1990), İtalya’da Berlusconi (1994), Venezuela’da Chavez (1998), Ekvator’da Correa (2007), Macaristan’da Orban (2010) ve ABD’de Trump (2016) iktidarları oluştururken İspanya ve Brezilya, benzer bağlamlara rağmen popülizmin ortaya çıkmaması sebebiyle, negatif ampirik durumları oluşturuyor.

Örneklerin çokluğu ve çeşitliliği sebebiyle bu yazı kitabın eleştirel bir incelemesini teorik mekanizmaları açıklayarak geniş bir perspektiften aktarma gayreti gösterecek.

Popülizm ve Liberal Demokrasi: Tanımlar ve Kuramsal Çerçeve

Pappas’a göre popülizmin küresel siyasete bu denli sirayet etmesiyle ciddi bir artış gösteren entelektüel ilgiye rağmen akademik çalışmaların hala kavramsal bulanıklıktan muzdarip olması tartışmaların bütüncül ve içsel tutarlılığa sahip kuramsal bir çerçeveye ulaşmasını engelliyor ve tüm hacmine rağmen bu gayretleri beyhude kılarak popülizmin uygun bir analitik incelemeye tabi tutulmasının yolunu tıkıyor. Güncel popülist infilak ile hala kimlerin popülist olduğunu teşhis edemememizden dolayı da kavramın berrak bir tanımlaması özellikle acil hale geliyor.

Pappas’ın küresel uygulanabilirlik ve kavramın ontolojik temellerine hassaslık kriterlerine uygun olduğunu iddia ettiği minimal tanımı popülizmi liberal demokrasi karşıtı olarak konumlandıran demokratik illiberalizm olarak karşımıza çıkıyor. Esasen, popülizmi liberal demokrasinin ayna görüntüsü olarak gören bu tanım, güncel liberal demokratik dünya bağlamında popülizm nedir sorusuna cevaben “içerisinde nedensel teori(ler) ve hipotez(ler) gömülü” bir kavramsallaştırmanın ürünü olarak sunuluyor. Zira tanımın demokrasi, liberalizm ve liberal demokrasinin illiberal dönüşünü belirten mekanizmalardan oluşan bileşenleri kitap boyunca titizlikle ayrıştırılarak tekrar birleştiriliyor ve II. Dünya Savaşı sonrası liberal demokratik düzenin çöküş sürecini betimlemeyi amaçlayan genel bir popülizm teorisi uğraşının özünü oluşturuyor.

Demokratik illiberalizm tanımıyla popülizm, demokratik olan ancak liberal olmayan bir siyasal sistemi tasvir ediyor. Pappas, Przeworksi’yi izleyerek, kavramın demokrasi bileşenini “kurallar dikte ettiğinde iktidarın seçimleri kaybedip görevi bıraktığı bir sistem”[iii] olarak, minimal ve prosedürel bir biçimde kavramsallaştırıyor. Bu tanıma göre, “verimsiz, yolsuz, dar görüşlü, sorumsuz, çıkar grupları tarafından domine edilen ve kamu refahı tarafından talep edilen politikaları benimsemekten aciz”[iv] olan hükümetler de demokratik rejimlerde baş gösterebiliyor. Demokrasinin bu normatiflikten uzak tanımına karşı liberalizm ise normatif bir anlayışla, ideolojinin bireyi merkezleyen özünü vurgulayan bir tasvirle sunuluyor. Pappas’ın anladığı şekliyle liberalizm, en temelinde “bireysel hakların muhafazasının ve tercih özgürlüğünün azamiye çıkarılmasının siyasetin amacı olduğu inancını” barındırıyor. Toplumu benzeşmeyen çıkar ve taleplere sahip olmalarına rağmen birbirini tolere edebilen ve rasyonellik çerçevesi içerisinde kamu yararı üretebilecek bireylerden oluşan bir yapı olarak gören liberal görüş, çoğulcu toplum yapısını kabul ederek çatışan çıkarların üzerinde mutabakat sağlanmış kurumlar ile uzlaşabileceğine inanan ve hukukun üstünlüğünün esas prensip olduğu bir fikirler bütününü oluşturuyor. Bu anlamda savaş sonrası Batı politik dünyasında gelişen spesifik bir liberal siyasal düzenleme olarak liberal demokrasi; çoğulculuğa, anayasal meşruluğa ve tarafsız hukukun üstünlüğüne dayanan, halkın egemenliğinin “çoğunluğun tiranlığı” yoluyla değil azınlık haklarına da saygı gösteren temsili bir demokratik rejim aracılığıyla sağlandığı bir yönetim biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Bu çizgide, liberal demokrasinin devlet tasavvuru ise toplumu oluşturan çeşitli menfaatlere nötr kalan, bireylerin negatif özgürlük gibi vazgeçilmez hakları uyarınca baskı korkusu olmadan kendilerini özgürce ifade edebildiği ve kendilerini gerçekleştirebileceği gerekli kurumsal ve materyal ortamı tesis eden, hukukun üstünlüğüne, anayasaya, güçler ayrılığına ve denge ve fren mekanizmalarına bağlı, sınırlı ve siyaseten sorumlu bir yapıdan oluşuyor. Liberal düşünceye göre gerekli kötülük olarak devlet güç tekelini ancak ve ancak objektif bir hakem olarak meşruiyet çerçevesinde ve kamu yararına katkı sağlayacak altyapının tesisi için kullanabilen bir aktör haline geliyor.

Fakat Pappas’a göre her ne kadar kendi içerisinde tutarlı bir bütün oluştursa da bir elitist proje olarak gelişen savaş sonrası liberal demokrasinin sıradan orta-alt sınıflarla karşılaştırıldığında üst sınıflara daha uygun ve tepeden inmeci bir siyasal düzen olması sistemin sürekli bir kırılgan denge halinde olmasına ve modern popülizm dahil dış tehditlere karşı oldukça savunmasız kalmasına sebep oluyor. Karl Popper, Hannah Arendt, Isiah Berlin gibi faşizmi tecrübe etmiş kozmopolit düşünürlerin zihninde doğan modern liberalizm, aralarında Jean Monnet, George Soros, ve Michael Ignatieff gibi uluslararası figürler tarafından dünyanın dört bir yanına taşınmış ve İkinci Dünya Savaşı sonrası düzenin kuramsal ve normatif altyapısını oluşturmuştu. Pappas’a göre liberal demokrasinin bu doğuştan beri var olan elitist karakteri en temelinde bireyin kapasitesine gereğinden fazla güvenerek sıradan vatandaşların gerçekliğinden uzak bir sistem tahayyül ediyor. Zaaflarla dolu, korku ve emniyetsizlik hisleriyle boğuşan, kanundan kaçma ve bedavacılık (free-riding) gibi doğal eğilimleri olan gerçek insan doğasını görmezden gelerek bireyi mutlak bir rasyonalite ile donatan liberal anlayış, demokratik sistem içerisinde bireyin, hukukun ve anayasanın (ki Pappas’a göre ikisi de elitler tarafından yaratılmıştır) gerekliliklerine boyun eğmesini ve gerektiğinde savunmasını, yaygın sosyal eşitsizliklere rağmen bireysel özgürlüğü toplumsal eşitliğe tercih etmesini, kendininkinden farklı çıkarları tolere etmesini, insan yapımı kurumlar kanalıyla uzlaşıya ulaşmasını ve kendini gönüllülük esasına dayalı bir sivil toplum olarak organize etmesini söyleyen bir toplumsal ve siyasal sistem tasavvur ediyor. Ancak bu çoklu görevler, Pappas’ın tabiriyle, “ortalama Joe” ( average Joe) için fazla yük oluşturuyor ve sistemin işleyememesi ile çöken liberal ideal sözünü tutamayan bir hayal haline geliyor.

Pappas’a göre liberal demokrasinin siyasi projesinin elitist yapısına ve sıradan vatandaşa yüklediği bu fazla sorumluluklara ek olarak el ele yürüdüğü market ekonomisinin başarısızlığı da popülizmin ortaya çıkışındaki bir diğer önemli etmeni oluşturuyor. II. Dünya Savaşı sonrasında artan kişi başı gelirler ve azalan gelir eşitsizliği ile nitelenen zengin Batı liberal toplumlarının “sosyal vatandaşları”[v] siyasete aktif kitlesel katılım göstererek sistemin devamlılığını sağlamıştı. Bu toplumsal düzenin demografik ve ekonomik bel kemiğini oluşturan, çoğunlukla mülk-sahibi, orta sınıf ekonomik kalkınmanın itici gücünü oluşturmuş, bir siyasal sistem olarak liberal demokrasinin meşruiyetini arttırmış[vi], ve liberal demokrasinin orta sınıf uzlaşısı[vii]olarak özetlenmesine neden olmuştu. Ancak Pappas’a göre 1980li yıllardan itibaren liberal demokrasilerde başlayan dönüşüm süreci içerdiği neoliberal politikalar, küreselleşme, teknolojik yenilikler ve ekonomik krizler ile bu kapsayıcı ekonomik düzeni ters yüz etti. Kurumsal normlar ve fırsat eşitliği ile ehlileştirilen market ekonomisinin dizginlerini serbest bırakarak kazanandan çok kaybeden üretir bir sistem yaratan neoliberal küreselleşme süreci liberal demokrasinin en önemli meşruiyet kaynaklarından birini oluşturan toplum içi, göreceli ekonomik eşitliği yok etti. Avrupa’da ve en dramatik biçimiyle Amerika’da 1980li yıllardan beri en üst gelir gruplarının milli gelirden giderek daha büyük oranda pay almasına rağmen orta sınıf gelirlerinin stabil seyretmesi (hatta azalması) gelir ve servet eşitsizliklerini çarpıcı bir şekilde arttırdı, ekonomik eşitsizlik sosyal dengesizlikler yarattıkça artan sosyal adaletsizlik hissiyatı liberal demokrasiye ve onun temsil kurumlarına dair ciddi bir güven kaybına neden oldu. Vatandaşların temsil vekaleti verdikleri yöneticilere ve bu temsiliyeti mümkün kılan hükümet ve siyasi partiler gibi kurumlara olan güvenlerinin azalmasıyla tanımlanabilecek demokratik temsil krizi, Pappas’a göre liberal demokrasinin kaderini çöküş ile bağladı.

Pappas için liberal demokrasinin temsil krizi nedeniyle çözülüşü popülizme zemin hazırlayan en önemli şartı oluşturuyor. Modern popülizm, liberal demokrasinin zıttı olarak demokratik kriterleri sağlayan ancak liberal ideolojinin tam karşısına konumlanan bir siyasi sistemi oluşturuyor. Bu anlamda, Pappas’a göre popülizm, demokrasinin rekabetçi seçimlere ve parlamenter prosedürlere bağlılık olan iki kriterini sağlarken, liberalizmin üç çekirdek özelliği olan çoğulcu toplum yapısının kabulü, ılımlı siyaset ve uzlaşı inşası, hukukun üstünlüğü ve azınlık haklarına saygı kriterlerini çiğneyerek, tek renkli ve ikili bir çatallanma ile karakterize olan çatışmacı bir toplum yapısı tahayyül ediyor. Muhalif seslerin kutuplaşma ile gayrı meşru kılınarak bastırıldığı ve çoğunluğun iradesinin halkın iradesi olarak addedildiği popülizm böylece illiberal ancak yine de demokratik bir siyaset oluşturuyor. Bu kavrayış, Pappas için popülizmin üç ana bileşeninin (gerçek halk, lider ve sembolik siyaset) içine oturduğu geniş analitik çerçeveyi oluşturuyor.

Pappas’ın da kabul ettiği üzere, halk kavramı esasında her demokratik rejimin siyasi meşruiyetinin kaynağını oluşturur. Hatta otoriter ve diktatöryel rejimlerin bile halk adına yönetiyormuş gibi yapması nedeniyle de “popüler meşruiyete başvurmayan hükümetler nadirdir”[viii]. Fakat popülist siyasetin temelinde bulunan gerçek halk vurgusu liberal demokrasinin tahayyül ettiği halktan önemli özellikleriyle ayrılıyor. Popülizmin “hakiki halk” nosyonu, yukarıda da bahsi geçen, ekonomik eşitsizlik, sosyal adaletsizlik ve siyasi dışlama kategorilerinden biri veya birkaçı ile kendini özdeşleştiren, kendini mağdur (victimhood) olarak gören bireylerin oluşturduğu hınç (resentment) dolu sayıca fazla topluluk şeklinde tanımlanıyor. Halk kavramının önüne gelen “hakiki”/”gerçek” sıfatları ise bu topluluğun kendi mağduriyetlerine sebep olarak gördükleri “elit” kitleye ve onların kurdukları seçkin sisteme karşı olan sitemlerinde ahlaki üstünlüklerinden kaynaklanan haklılıklarını betimlemek için kullanılıyor. Pappas için Avrupa ve Latin Amerika’da görülen “ufak insanlar” (little people) ve Amerika’da rastlanan “ortalama insanlar” (average people) spesifik sosyoekonomik özelliklerinden, kolektif hayat amaçlarından ve siyasi aksiyon araçlarından dolayı radikalleşme potansiyeline sahip oldukları için popülizmin seçim tabanını oluşturmaya en müsait toplulukları oluşturuyor.

En üstte bulunan elit kesime karşı düşmanca konumlanan ufak insanlar, yani toplumun siyasi ve ekonomik açılardan güçsüz ve mağdur kitlesi, adaletsizliklerle dolu olduğuna inandıkları hayatta kendilerini koruyacak adaleti sağlamakla mükellef yönetimlerin başarısızlıklarına karşı radikalleşmeye meyilli bir zihniyete sahip oldukları için popülizmin çekiciliğine kapılma ihtimali yüksek insanlar topluluğunu oluşturuyor. “Ortalama insanlar” ise toplumun “şişman kedileri” olan (tekelciler, plütokratlar, bankacılar ve liberal entelektüeller gibi) elitler ile üretmeyen ama başkalarının vergilerinden geçinen “sosyal parazit” ast tabakanın (subaltern strata) arasına konumlanan, çalışkan, üretken, vergi ödeyen, vatansever ve ahlaken üstün “Amerikan halkı[ix]“ndan oluşuyor. “Soyguncular ile soyulanlar arasındaki mücadele”[x] olarak betimlenen bu toplumsal ilişkilerde tüm yükü omuzladığını düşünen “ortalama insanlar”, statükodan memnun elitler ve kayıtsız ast tabakadan farklı olarak, sosyal mobiliteyi garantileyebilecek bir yönetim için seslerini demokrasi yoluyla duyurmayı tercih etmeleriyle popülist lider için önemli bir oy kitlesini oluşturuyor. Bu iki toplum yapısından farklı olarak, Pappas’a göre İskandinav ülkelerdeki eşitlikçi yerel insanlar (equitable native people), popülizme müsait olmayan, yerel vatandaşların yabancılara karşı düşmanlığı nedeniyle yerelcilik ve milliyetçilik gibi kavramlar ışığında incelenmesi daha doğru olan toplumları oluşturuyor.

Fakat hangi toplumsal yapı olursa olsun, Pappas’ın da belirttiği üzere, gerçekte sınıfsal, dinsel, dilsel, etnik ve coğrafik farklılıklar gibi çeşitli ayrımlar sebebiyle doğal yollarla bir bütün oluşturamayacak olan bu toplulukların “gerçek halk” olarak yozlaşmış elitlere karşı homojen ve ahlaken saf bir çoğunluk olarak kodlanabilmesi için “olağanüstü” bir lidere ihtiyaç duyuluyor. Bu nedenle Pappas için popülizmin ortaya çıkışı her zaman “tepeden inmeci” bir fenomen oluyor; liderin söylemleri ve davranışlarını anlamak popülizmin mikro-seviyedeki işleyişini açığa çıkarmak için merkezi önem teşkil ediyor. Bu anlamda, Pappas’a göre popülist liderin bu doğal haliyle parçalı olan toplulukları bir seçim kitlesine dönüştürebilmesi yeni bir meşru dünya görüşü yaratmak için belirli söylemlere başvurarak kolektif kimlikler üretebilme ve “halk”ı siyasi projesine kanalize edebilecek mobilizasyon kabiliyetlerine sahip olmasını gerektiriyor. Bu nedenle popülist liderin, liberal demokrasinin “sıradan” liderinden farklı olarak “olağanüstü” özelliklere ve halk ile aracısız ilişki kurmasını sağlayacak “sembolik siyaset” becerisine sahip olması elzem hale geliyor.

Pappas, yüksek oranda kurumsallaşmış bürokratik tahakkümün kurallara bağlı siyasi yapısı içerisinde, gücünün sınırları net kurallar, normlar ve prosedürler ile belirlenen liberal demokrasinin sıradan liderini, Weber’in “legal-rasyonel” ideal tipine yakınsatarak, kişisel olmayan, ılımlı ve kurumsallaşmış toplumu sorgulamayan ya da tehdit etmeyen, bunun yerine kabul eden ve yeniden üreterek günlük, normal siyaset ile meşgul olan siyasi yönetici olarak görüyor. Pappas’a göre Angela Merkel bu tip liderliğin önde gelen örneklerinden birini oluşturuyor. Popülist lider ise sıradan liderin mantıksal, pragmatik ve kurumsal çerçeveler içerisinde belirlenen yönetim davranışlarına karşıt olarak duygusal, kişisel ve yenilikçi bir siyaset biçimi benimsemesi nedeniyle olağanüstü yani karizmatik ve radikal bir liderlik sunuyor. Popülist liderin karizmaya dayanan otoritesi hem kontrol ettiği siyasi organizasyon içerisinde hem de halk ile kurduğu organik bağda en önemli özelliğini oluşturuyor. Takipçileri ile kişisel otoritesi üzerinden kurduğu ilişki de genellikle sadakat referanslı, duygusal ve ahlaki bir ayrımcılığa dayalı aracısız bağ olarak karakterize oluyor.

Popülist lider, aynı zamanda, halk ile kurduğu bu doğrudan ilişki üzerinden radikal bir sistem değişikliği çağrısında bulunuyor. Pappas için popülist liderin bu radikal özelliği en belirgin biçimde mevcut siyasi ve hukuksal düzeni destekleyen normatif altyapıya meydan okuyarak gayrı meşru kılma çabasında ve daha iyi bir gelecek sunma iddiasında olan yeni bir dünya görüşü sunarak mağduriyet ve hınç dolu gerçek halka kefaret sözü vermesinde açığa çıkıyor. Çoğunlukla belirli bir siyasi programdan yoksun olan bu kurtarma misyonu, bu sefer halka yararlı olacak bir gelecek tahayyülünü halkın kimliklerinin, değerlerinin ve düşmanlarının yeniden tanımlandığı yeni bir hukuki ve siyasal yapı vaadi etrafında şekilleniyor. Liderin bu yeni ilişkileri somutlaştıran vaatleri de genellikle meşru bir yeni dünya görüşünü sembolik ve normatif temeller üzerinden hayal ediyor. Popülist liderin sembollerle oluşturduğu söylemler halkın kendini mağdur eden kompleks süreçleri algılamasını ve anlamlandırmasını sağlayarak dünyaya dair bir navigasyon sunuyor. Bir kere yaratıldıktan sonra toplum içerisinde dolaşan bu sembolik söylemler halkın önceliklerini değiştiriyor, kolektif kimlikler oluşturuyor ve siyasi gündemleri belirleyerek sosyal ve siyasi değişimleri mümkün kılıyor. Kısacası, liderin radikal sistem çağrıları sonucu iktidara yükselişi karizmatik otoritesinin devamlılığına ve sembolik siyaset ile halkı harekete geçirme becerisine bağlı hale geliyor.

Popülizmin Siyasal Rejime Etkileri

Pappas’a göre, yukarıda açıklanan oluşum sürecini başarıyla tamamlayan popülist liderlerin hepsi iktidara geldiklerinde belirli ortak stratejileri sıkça kullanıyor. Bunlardan ilki, popülist liderin bürokratik aygıtın ve önemli siyasi kurumların çeşitli konumlarına kendi yandaşlarını geçirerek devlet gücünü ele geçirmesi ve aynı zamanda muhalif sesleri azaltması. İkincisi, halk ile arasında aracısız ilişkiyi önceleyen popülist liderin yürütme erkinin yetkilerini arttırarak diğer anayasal organları göreceli olarak zayıflatması ve liberal demokratik kurumlara karşı kararlı bir saldırı düzenlemesi. Bu bağlamda, parlamentonun güçten düşüşü ve yargının baskılanması bu stratejinin en yaygın örnekleri oluşturuyor. Bu strateji aynı zamanda popülist yönetime karşı muhalefet oluşturan medyanın, bağımsız kurumların ve sivil toplum örgütlerinin de kontrol altına alınmasını kapsıyor. Sonuncusu ise yandaşları memnun ederek sistemin devamlılığını sağlamayı amaçlayan himaye politikaları. Popülist liderin iktidarının ayrılmaz bir parçası olan bu seçici ayrıcalıklar sadece materyal kazançları değil, aynı zamanda hukuksal ve kurumsal ayrıcalıkları da içeriyor.

Pappas’a göre bu stratejilerin siyasal rejime olan etkileri üç olası senaryo üzerinden betimlenebilir. İlki, Arjantin ve Yunanistan’da olduğu gibi, kurucu karizmatik popülist liderin bıraktığı mirasın siyasal sistemde partisi aracılığı ile devam ettirildiği popülist tahkimattan (populist entrenchment) oluşuyor. Bu partiler ülkelerinin siyasi atmosferinin karakteristik bileşenlerini oluşturarak popülist siyasetin diğer partiler tarafından da benimsenmesi nedeniyle bulaşıcı etki gösterebiliyor. İkincisi, Venezuela ve Macaristan gibi ülkelerde görülen, popülist siyasetin otokratik rejime dönüştüğü durumları betimliyor. Pappas’a göre bu tip durumlarda iktidarda olan popülist partinin zayıf bir liberal muhalefet ile karşı karşıya olmasıyla yukarıda betimlenen stratejiler şiddetlenerek otokratik bir rejime geçişe neden olabiliyor. Üçüncü ise, İtalya, Ekvator ve Peru’da görüldüğü gibi, popülist liderin karizmatik otoritesini koruyamaması sonucu güçten düştüğü ancak popülist fikirlerin ve temaların diğer siyasi girişimciler tarafından kullanıldığı durumlardan oluşuyor.

Sonuç

Takis S. Pappas’ın Populism and Liberal Democracy: A Comparative and Theoretical Analysis (2019) adlı çalışması popülizmin liberal demokrasi ile olan çatışmalı ilişkisini açığa çıkaran titizlikle işlenmiş bir analiz sunuyor. Çalışma popülizme dair daha önce muğlak kalan pek çok noktayı aydınlatırken, teorik bir çerçeve geliştirme gayreti popülizm literatürüne önemli bir katkı sağlıyor. Ampirik verilerle desteklenen bu karşılaştırmalı popülizm analizi özellikle siyaset bilimi öğrencileri için araştırma dizaynının adımlarının net bir şekilde açıklanması nedeniyle önemli bir öğretici kaynak niteliğinde.

Fakat, siyaset bilimi literatürü içerisinde konumlandırıldığında, Pappas’ın popülizmi liberal demokratik rejimlerin içerisinden çıkan illiberal ama demokratik bir siyaset biçimi olarak tanımlaması bazı soru işaretlerini de beraberinde getirmiyor değil. Kavramın kapsam koşullarının II. Dünya Savaşı sonrası dönemde gelişen ve art arda iki seçimde başarı sağlayan modern popülizmler olarak belirlenmesi, Arjantin, Yunanistan, Peru, İtalya, Venezuela, Ekvator, Macaristan ve ABD’nin (tek istisna) ampirik durumlar olarak seçilmesine neden olurken literatürde popülist politikalar benimsediği kabul edilen diğer ülkelerdeki iktidarların kapsam dışında kalmasına neden oluyor. Örneğin, Pappas Türkiye’nin hiçbir zaman liberal demokratik kültüre sahip olmaması ve otoriter/anti-demokratik siyasi yapısı nedeniyle elendiğini belirtiyor[xi]. Benzer bir çizgide, popülizmi tanımlarken kullanılan demokrasi ve liberalizm değişkenlerinin var/yok ikiliğinde sınıflandırılması hibrit rejimleri kapsam dışı bırakarak demokrasi-popülizm-otokrasi ilişkilerine dair mekanizmaları eksik bırakabiliyor. Örneğin, rekabetçi seçimlerin popülist siyasetteki merkezi rolü ve demokratik rejime etkileri halihazırda literatürde önemli bir tartışma konusunu oluştururken Pappas’ın incelemesinde eksik kalıyor[xii]. Son olarak ise, popülizmin tüm çeşitlerinin illiberal demokrasi ortak paydası üzerinden incelenmesi Pappas’ın ulaşmaya çalıştığı önemli amaçlardan biri olsa da olgunun sağ ve sol varyantlarının spesifik özellikleri bu kavramsal sadelik uğraşı uğruna silikleşebiliyor. En temelinde sağ ve sol popülizmler de halk, lider ve sembolik siyaset bileşenlerine sahip olsa da siyasi, sosyal ve ekonomik politikaları ile söylem biçimlerindeki farklılıkları nedeniyle siyasal rejimi etkileme mekanizmaları birbirinden farklı yollar izleyebiliyor ve şiddetleri farklılaşabiliyor. Bu anlamda, farklı ideolojilerden beslenen sağ ve sol popülizmlerin liberalizmin varlığı/yokluğu ikiliği üzerinden ne derece incelenebileceği bir tartışma konusu oluşturuyor.

[i] Popülizm literatüründe “halk” kavramı benzer anlamlara işaret eden pek çok farklı sıfat ile birlikte kullanılıyor. En sık rastlanan kullanımlar arasında “saf halk” (pure people), “hakiki/doğru halk” (true people), “gerçek halk” (real people), “egemen halk” (sovereign people) bulunuyor.

[ii] Sözen, Yunus. 2019. “Populist Peril to Democracy: The Sacralization and Singularization of Competitive Elections.” Literatürün Türkçe bir taraması için: Sözen, Yunus. 2017. “Demokrasi, Otoriterlik ve Popülizmin Yükselişi”.

[iii] Przeworski, A., et al. 2000. Democracy and Development: Political Institutions and Material Wellbeing in the World, 1950–1990. p. 54

[iv] Huntington, S. P. 1991. “Democracy’s Third Wave.” p. 9.

[v] Maravall, J. M. 1991. “From Opposition to Government: The Politics and Policies of the PSOE,” in Socialist Parties in Europe”. p. 20

[vi] Fukuyama, F. 2014. Political Order and Political Decay: From the Industrial Revolution to the Globalization of Democracy. p. 439

[vii] Easterly, William. 2001. “The Middle Class Consensus and Economic Development”.

[viii] Mény, Y. and Y. Surel. 2002. “The Constitutive Ambiguity of Populism,” in Democracies and the Populist Challenge”, p. 5

[ix] Hofstadter, R. 1955. The Age of Reform: From Bryan to F.D.R. p. 4.

[x] Hofstadter, R. 1955. The Age of Reform: From Bryan to F.D.R. p. 64

[xi]Bir örnek için bkz: Öniş, Ziya and Selim E. Aytaç. 2014. “Varieties of Populism in a Changing Global Context: The Divergent Paths of Erdoğan and Kirchnerismo.” Comparative Politics, 47, 1, pp. 41-59.

[xii] Bir örnek için bkz: Sözen, Yunus. 2019. “Populist Peril to Democracy: The Sacralization and Singularization of Competitive Elections.” Political Studies Review, 17, 3, pp. 267–83.

Referanslar

Easterly, William. 2001. “The Middle Class Consensus and Economic Development”. Journal of Economic Growth. 6, 4, pp. 317-335.

Fukuyama, F. 2014. Political Order and Political Decay: From the Industrial Revolution to the Globalization of Democracy. New York, Farrar, Straus and Giroux.

Hofstadter, R. 1955. The Age of Reform: From Bryan to F.D.R. New York, Vintage Books.

Huntington, S. P. 1991. “Democracy’s Third Wave.” Journal of Democracy, 2, 2, pp. 12–34.

Maravall, J. M. 1991. “From Opposition to Government: The Politics and Policies of the PSOE,” in Socialist Parties in Europe, ed. J. M. Maravall and M. Fraile. Barcelona, Institut de Ciències Polítiques i Socials.

Mény, Y. and Y. Surel. 2002. “The Constitutive Ambiguity of Populism,” in Democracies and the Populist Challenge, ed. Y. Mény and Y. Surel. Basingstoke, Palgrave Macmillan, pp. 1–21.

Öniş, Ziya and Selim E. Aytaç. 2014. “Varieties of Populism in a Changing Global Context: The Divergent Paths of Erdoğan and Kirchnerismo.” Comparative Politics, 47, 1, pp. 41-59.

Przeworski, A., et al. 2000. Democracy and Development: Political Institutions and Material Wellbeing in the World, 1950–1990. Cambridge: Cambridge University Press.

Sözen, Yunus. 2019. “Populist Peril to Democracy: The Sacralization and Singularization of Competitive Elections.” Political Studies Review 17, 3, pp. 267–83.

Sözen, Yunus. 2017. “Demokrasi, Otoriterlik ve Popülizmin Yükselişi”. Boğaziçi Üniversitesi-TÜSİAD Dış Politika Forumu Araştırma Raporu.

Comments


Son Eklenenler

bottom of page