top of page
Yazarın fotoğrafıFatma Pelin Göçer

İsrail'e Soykırım Davası Filistin için Adaleti Getirebilir mi?

Güney Afrika, İsrail’in Filistin’deki askeri operasyonlarına yönelik soykırım suçlamasıyla dava açtı. Bu dava devam ederken Nikaragua da Almanya’ya, Filistin halkına karşı yapılan soykırımı kolaylaştırdıkları gerekçesiyle dava açtı. Öte yandan tüm dünyada İsrail’in askeri operasyonlarına karşıt protestolar giderek artarken bu protestoların yoğunlaştığı onlarca üniversitede gösteriler polis şiddeti ile bastırılmaya çalışılıyor.


İsrail’in Gazze’ye saldırıları kitlelerin odağını bölgede yaşanan açlığa, kayıplara ve çaresizliğe toplamışken Gazze halkı için yıkım giderek dayanılmaz bir hale geliyor.


Bu yıkıma dur denmesine katkı sağlayacak organlardan olan Uluslararası Adalet Divanı, İsrail ve Almanya hakkında ne karar verecek? UAD’den gelecek kararlar beklentileri ne ölçüde karşılayacak?


Soykırım Davasında Tarihsel Bağlar ve Hukuki Süreç


Güney Afrika, İsrail'in Filistin topraklarına yönelik saldırılarını soykırım suçlamasıyla Uluslararası Adalet Divanı'na taşıdı. Güney Afrika coğrafi olarak Orta Doğu’nun kalbinde yaşanan olaylara yakın olmasa da tarihinde yaşadığı deneyimlerle Filistin’de yaşanan yıkım ile bağlantı kurduğu görülüyor. Ülke, sömürgecilik ve apartheid rejiminin acımasızlığını yaşamış ve bu tecrübe Güney Afrikalı hukukçuları, başka ülkeler için de insan haklarını koruma ve adaleti sağlama misyonlarına daha duyarlı hale getirmiş.


Güney Afrika'nın özgürleşmesindeki en etkili figür olan Nelson Mandela ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) başkanı Yasser Arafat’ın sıkı bir iş birliği vardı. Mandela Filistin’in kuruluşunu ilan eden sürece destek vermişti.  Güney Afrika'nın İsrail'e karşı açtığı dava, sadece tesadüfi bir olay değil, aynı zamanda tarihsel ve siyasi bir tutum.






  

 

“Filistin Kurtuluş Örgütü ile özdeşleşiyoruz çünkü onlar da tıpkı biz gibi kendi kaderlerini tayin etme hakkı için savaşıyorlar.” Mandela, 1999.







Güney Afrika’nın soykırım suçlaması İsrail’in de imzacı olduğu 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından bu kadar çirkin bir suçun tekrar yaşanmaması amacıyla kabul edilen Soykırım Sözleşmesi’ne dayanmakta. 2024 yılına gelindiğinde 152 adet imzacısı olan bu sözleşmenin tüm tarafları olası bir soykırımı önlemekle sorumlu. Bu sorumluluk soykırımdan direkt olarak muzdarip olmayan üçüncü tarafların da soykırım suçu işleyen ülkeyi dava edebilme yetkisini kapsıyor.


Güney Afrika’nın İsrail Filistin arasındaki gerilime dahil olmasına benzeyen bir örneği yakın geçmişte de görmek mümkün. 2019 yılında Gambiya’nın Myanmar devletinin Müslüman bir azınlık olan Arakan halkına karşı soykırım suçu işlediği iddiasını UAD’ye taşıdığı dava bugün hala sürüyor. Bu örnekle beraber mahkeme üçüncü devletlerin soykırım iddiası içeren davaları açma yetkisini onaylamış bulunuyor. Güney Afrika da bu yetkisini kullanarak, İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Filistin'de gerçekleştirdiği operasyonların soykırım suçu teşkil ettiği iddiasıyla UAD’de dava açtı.

Soykırım sözleşmesine göre bu suçun kriterlerinden ilk ikisi topluluk üyelerinin öldürülmesi veya fiziksel ve zihinsel zarara maruz bırakılması. İçerisinde çocukların da bulunduğu kamyonlarca Filistinli soyulmuş bir biçimde işkence gördükleri hapishanelere götürülüyor. 2024 Mayıs ayına varıldığında 34 binden fazla insanın katledildi ve 80 bine yakın insanın yaralandı ve bu sayı çoğunlukla sivillerden oluşuyor. 


Üçüncü kriter ise topluluk üyelerinin bilerek, tamamen ya da kısmen fiziksel yok oluşa götürecek yaşam şartlarına tabi tutulması. İsrail devleti ve aşırı sağ gruplar bölgeye giden her türlü temel yardımı engelliyor. Sağ kalanlar kıtlıkla mücadele ederken saldırılarda yaralananların ise gidecek hastanesi bile yok. Gazze’nin sağlık sistemi İsrail’in geçmişten bugüne savaş suçu sayılmasına rağmen hastanelere yaptığı saldırılar sebebiyle neredeyse işlevsiz hale gelmiş. Kalan sayılı hastane her geçen gün artan yaralı sayısına yetmiyor ve hastanelerin etrafında oluşan toplu mezarlar yaşayanları da büyük bir umutsuzluğa sevk ediyor. Son iki kriter ise topluluktaki yeni doğumların kasıtlı olarak engellenmesi ve çocukların zorla başka bir gruba transfer edilmesi. Hamilelik ve doğum esnasında yetersiz sağlık imkanları sebebiyle ölen bebekler ve daha fazlası bu kriterleri acı bir tabloyla fazlasıyla karşılamakta.



İsrail soykırım suçlamasına dair neler söyledi?


İsrail’in avukatları Gazze’de yürütülen askeri operasyonların Hamas’ın yaptığı saldırılar sonucu ölen ve rehin alınan vatandaşları karşısında doğal bir tepki olduğunu savunuyor. Fakat Filistin toprakları 1967’den bu yana İsrail işgali altında ve UAD’nin 2003 yılında aldığı karara göre işgalci güçlerin meşru müdafaa hakkı iddia etmeleri söz konusu değil. Sözleşmeye göre eylemlerin soykırım suçu teşkil etmesinin öncül kriteri soykırım eylemlerinin sistematik ve yaygın olması ve bir grubu yok etmeye yönelik açık bir niyet barındırması. İsrail yetkilileri tarafından bir grubu yok etmeye yönelik niyet barındıran birçok açıklama gelmiş durumda. Bizzat Netanyahu askerlerine kutsal kitaplarında açıkça yok edilmesi emredilen bir halk olan Ameleklerin geçmişte halklarına ne yaptığını hatırlattığı bir çağrıda bulundu. İsrail’in yüksek devlet görevlileri yaptıkları açıklamalarda Filistin halkına “hayvan” şeklinde hitap etti.  Saldırı öncesi askerlere yapılan çağrılarda Filistin halkına yönelik “silmek” ve  “temizlemek” gibi ifadeler içeren söylemler Güney Afrika tarafından soykırım niyeti içeren ifadeler olarak mahkemeye sunuldu.  Bu söylemlerin “rastgele alıntılar” olduğunu ve her açıklamanın İsrail hükümetinin politikalarını yansıtmadığını yapılan saldırıların meşru müdafaa olduğunu ve içerisinde herhangi bir soykırım niyeti barındırmadığını savunuyor.


 

Soykırım Suçunun Kanıtlanmasının Zorluğu ve Adalet Divanı’nın Rolü

 

Bir eylemin soykırım suçu içerdiğine dair iddiaları kanıtlamak zor ve yıllar süren bir süreç. Bugüne kadar dünyada Birleşmiş Milletlerin soykırım tanımına uyacak birçok olay yaşanmış fakat az sayıda durum uluslararası bir mahkemede görülmüş. UAD’de şu zamana kadar konuya ilişkin görülmüş dört davadan soykırım olduğu yönünde suçlanan tek ülke Sırbistan. Mahkeme Sırbistan için askeri güçlerinin Bosna bölgesinde çoğunluğu Müslüman yaklaşık 8.000 erkek ve erkek çocuğunu toplayıp öldürdüğü 1995 Srebrenitsa katliamı sebebiyle soykırımı önleme yükümlülüğünü ihlal ettiğine yönelik bir karar çıkarmıştı. UAD Sırbistan’ın Srebrenitsa Katliamı konusunda Soykırım Sözleşmesini ihlal ettiği kararına varmış olsa bile geriye dönük zararın karşılanması gibi bir karar almadı. Güney Afrika İsrail'in soykırım suçu işlediğini veya soykırımın gerçekleşmesini önleyemediğini kanıtlasa bile UAD’nin kararları “beyan edici”  veya “tavsiye edici” niteliği ile sınırlı kalıyor. Mahkemenin kararları ülkeler için bağlayıcı olsa da alacağı kararı belirli ülkeye uygulatma gücü bulunmamakta. Srebrenitsa soykırımı kararında UAD’nin Sırbistan'ın soykırımı önleyemediği sonucuna varmasına rağmen, ülkeyi cezalandırma yetkisi yoktu.


Güney Afrika ve Nikaragua’nın İsrail’e karşı dava süreci


Güney Afrika’nın İsrail aleyhinde açtığı bu dava diğer devletlere de İsrail'e askeri operasyonlarını durdurması için baskı yapmaları için bir temel sağladı. Elbette Amerika gibi İsrail için koşulsuz desteği olduğunu ifade eden ülkeler değil ama Güney Afrika gibi Filistin ile kendini özdeşleştiren ülkeler için bu dava bir dönüm noktası oldu.  Güney Afrika’nın açtığı davaya müdahil olan ülkelere ek olarak Nikaragua Almanya’ya açtığı dava ile birlikte bu durumun kanıtlarından.


Nikaragua, Amerika'nın ülke içerisindeki karşı devrimci grupları finanse etmesi sebebiyle Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) başvurmuş ve mahkeme, Nikaragua’yı haklı bulup Amerika’nın tazminat ödemesine hükmetmişti. 40 sene sonra Nikaragua İsrail’e yaptığı büyük ölçekli silah yardımları ve Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nın (UNRWA) finansmanı kesmesi doğrultusunda Almanya’nın aleyhinde dava açtı. “Soykırım işlenmesini kolaylaştırma” suçlaması ile karşı karşıya kalan Almanya bu iddiaları bütünüyle reddetti. Nikaragua’nın duruşunu tamamıyla “taraflı” bulduğunu ifade eden Almanya temsilcisinin savunması iki ana noktadan oluşuyordu: İlk olarak, İsrail’e yaptıkları silah yardımının ölçeğinin o kadar da büyük olmadığını; sonrasında ise, soykırım davasının henüz İsrail aleyhinde sonuçlanmaması sebebiyle Almanya’nın soykırıma yardım ya da yataklık ile suçlanamayacağını savundu. Fakat bilindiği üzere, Almanya İsrail’e en büyük ikinci silah yardımını yapan ülke ve Soykırım Sözleşmesi’nin maddeleri taraf ülkeleri de soykırımın engellenmesi ve önlenmesi ile sorumlu tutmakta. Fakat bilinildiği üzere Almanya İsrail’e en büyük ikinci silah yardımını yapan ülke ve Soykırım Sözleşmesi’nin maddeleri taraf ülkeleri de soykırımın engellenmesi ve önlenmesi ile de sorumlu tutmakta. Orta Doğu’nun kalbinde yaşanan olaylara uzak gibi görünen Nikaragua ve Güney Afrika, Batı merkezli, uluslararası düzeyde saygı duyulan ve bağlayıcı bir organı kullanarak fark yaratacak sağlam ve objektif bir tarihsel kayıt oluşturmaya çabalıyor.



Amerika’nın İsrail Politikası ve Çelişkiler


Uluslararası Adalet Divanı’nın aldığı ihtiyadi tedbirlerden iki ay sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 4. kez oylamaya açılan “geçici ateşkes karar tasarısı” Amerika’nın çekimser oyu ile kabul edildi fakat bölgede ateşkes sağlanamadı. Amerika’nın konu hakkında duruşunu az da olsa değiştirmesini aldırmayan Netanyahu, İsrail’in "mutlak zafer" ilan edene dek Gazze'de savaşmaya devam edeceğini söyledi. Daha fazla sivilin ölmesini istemediğini belirtse de ne olursa olsun İsrail’e koşulsuz desteğini asla geri çekmeyeceğini dile getiren çelişkili bir Amerika profili gerilimin durmasına katkı sağlayacak gibi görünmüyor. Amerika’daki güçlü İsrail lobileri bu koşulsuz desteğin kesilmemesi için Amerika’nın politikalarında etkili olmaya devam edecek.


Biden’ın bu çelişkili tavrını iki büyük oy kitlesinin  Müslüman Amerikalılar ve İsrail devletine gönül bağı hisseden Yahudi Amerikalılar olması etkiliyor. Seçimi kazanmak için bu iki gruba da ihtiyacı olan Biden’ı zor bir seçim dönemi bekliyor. Amerika’nın birçok üniversitesinde öğrenci ve akademisyenlerin gösterdiği tutum ve Michigan'da yapılan ön seçimlerdeki Müslüman Amerikalıların demokrat adaylara oy vermeyip çekimser kalmaları Müslüman Amerikalıların tepkisini açıkça gösteriyor. Ama bunlar Biden’ın oy kaybetmek uğruna bile İsrail’e olan koşulsuz desteğini çekmesini sağlayacak kadar güçlü olamadı. Joe Biden’ın bu iki büyük kitlenin arasında kalmasının 2024 yılının son çeyreğinde yapılacak olan genel seçimlerin sonucunu ne yönde etkileyeceği merak konusu.


 

Mahkemenin Yapısı ve Dikkat Çeken Hakim Julia Sebuntinde

 

Güney Afrika ve İsrail davasında mahkemede bu halihazırda seçilmiş 15 hakim yer alıyor. Ama eğer davanın taraflarının hakimleri o dönemki hakimler arasında bulunmuyorsa, yalnızca bu yargılamada görev alması için taraflar “ad hoc” yani göreve yönelik ve kısa süreliğine bir hakim seçebilme hakkına sahip. Bu davada da her iki ülke kendi hakimlerini seçtiler. Güney Afrika, apartheid'a karşı çıktığı için hapse atılmış bir yargıç olan Dikgang Ernest Moseneke'yi,  İsrail ise Holokost'tan sağ kurtulmuş bir yargıç olan Aharon Barak'ı atadı. Bu iki ülkenin avukatlık pozisyonunda ise Güney Afrikalı hukuk profesörü John Dugard ve İngiliz hukukçu Malcolm Shaw olacak. Dugard geçmişte BM’de insan hakları raportörlüğü yapmış ve İsrail’in işlemiş olduğu insan ihlalleri hakkında geniş kapsamlı raporlar hazırlamış birisi. Shaw ise geçmişte Ukrayna, Birleşik Arap Emirlikleri ve Sırbistan’a danışmanlık yapmış ve diğer üst düzey mahkemelerdeki davalarda görev almış birisi.




 

Filistinde yaşanan zulme karşı adaleti sağlaması beklenen bu 17 hakimden birisinin oylamalarda gösterdiği tavır epey dikkat çekici. Bu dikkatleri üzerine çekmiş hakim “Julia Sebuntinde”. Uganda’nın mütevazi bir ailesinden gelen Julia Sebuntinde, 2009 yılında Edinburgh Üniversitesinden hukuk doktorasını almış ve Uluslararası Adalet Divanı’na seçilmeden önce Sierra Leone Özel Mahkemesi hakimliği yapmış başarılı bir hukukçu. Ama kariyerinde biraz geriye gittiğimizde mağdur tarafa karşı olan tavrının bu davaya özgün olmadığı görülüyor. Çeşitli savaş suçlarından 50 yıl hapis cezası ile yargılanan eski Liberya lideri Charles Taylor’ın avukatı, mahkemeye verdiği savunma özetinin kabul edilmemesi üzerine Sierra Leone Özel Mahkemesinin salonundan ayrıldı. Mahkeme avukatın disiplin cezası alması gerektiği yönünde bir karar almak isterken Julia Sebuntinde bu kararda “ilkesel” olarak yer almak istemedi ve disiplin cezasının ertelenmesine sebep oldu.


UAD’nin hakimlik koltuğuna oturan ilk Afrikalı kadın olan Sebuntinde bu sefer de Güney Afrika’nın soykırım davasındaki talep ettiği altı önlemin hiçbirine onay vermedi. İsrailli hakimin bile bu kararlardan ikisine onay vermesinin ardından tepki çeken Sebuntinde, argümanını İsrail ve Filistin arasındaki anlaşmazlığın mahkeme tarafından çözülebilecek bir anlaşmazlık olmadığı ve tarih boyunca süregelen siyasi bir anlaşmazlıktan ibaret olduğu etrafında şekillendirdi. Var olan anlaşmazlık mahkemede çözülemeyecek de olsa Filistin topraklarında hukuka aykırı eylemlerini sürdüren bir İsrail gerçeğine karşı mahkemenin alacağı önlemler ve kararlar tümüyle etkisiz değil. Sebuntinde’nin bu duruşu hakkında kendi ülkesi olan Uganda’nın Birleşmiş Milletler Elçisi karşı bir tavır sergiledi ve ülkesinin konu hakkında Sebuntinde ile aynı yerde olmadığını söyledi. Sebuntinde’nin duruşu davanın takipçileri tarafından tepki toplamışken UAD’nin başkanı Lübnanlı hakim Nawaf Salam’ın vekilliğine, oyların yüzde ellisinden fazlasını alarak terfi almış olması bu hakime ve mahkemeye olan tepkileri arttırdı. Sebuntinde’nin kişisel hayatında kararlarını etkilemiş olabilecek noktalar bulunmakta. Kendisi Evanjelik kilisesine bağlı ve bu mezhepte  geçen kehanetler içerisinde İsrail’in yeniden kuruluşu ve Kudüs’ün tekrar alınması gibi noktalar epey önem taşıyor. Bu gibi faktörlerin Sebuntinde’nin yargısal tarafsızlığına gölge düşürdüğü yönündeki eleştiriler, uluslararası kamuoyunda UAD’nin tarafsızlığını da sorgulatmakta.

 

Son olarak


Kurumlar uluslararası hukukun gerektirdiklerini tüm kamuoyunun gözü önünde seçici bir biçimde uygulamakta ısrarcı. Bunu anlamak için çok uzağa gitmeye gerek yok. Mayıs ayında gerçekleşen Eurovision Şarkı Yarışması'nda Rusya’nın Ukrayna'ya saldırısından sonra yaptırımlarla karşılaşıp yarışmaya kabul edilmemesinin ardından İsrail'in yarışmaya katılabilmesi bu tutarsızlığın çarpıcı bir örneği. Bu durum çoğu batı merkezli ve uluslararası kurumun tarafsızlığı ve tutarlılığına dair güveni zedeliyor. Üstelik, Uluslararası Adalet Divanı’nın üyelerinin tarafsızlığı hakkında soru işaretlerinin olmadığı bir dünyada bile soykırım davasının sonuçlanması yıllar alacak bir süreç. Sonuçlansa bile mahkemenin aldığı kararları ülkelere bir dayatma gücü bulunmamakta. Yalnızca iki sene önce UAD’nin Ukrayna’daki işgalin durdurulması yönündeki kararını Rusya tanımayarak saldırılarına devam etti. Adalet divanı gibi kurumların işlevsiz kaldığı birçok örnek karamsar bir tablo çizse bile UAD’den çıkacak olası bir soykırım kararı, Filistin’de yaşananların boyutunun ne kadar büyük olduğunu gelecekte de hatırlanması ve ileride mümkün olacak hukuki imkanların kullanılabilmesi için sağlam bir dayanak olacak.


 

Comentarios


Son Eklenenler

bottom of page