İran Seçimlerine Doğru: İran’ın Siyasi Sistemi ve Seçimin Potansiyel Etkileri
1979 İran İslam Devrimine önderlik eden ve İran İslam Cumhuriyeti’nin ilk yüce lideri olan Ruhullah Humeyni’nin 1989 yılındaki ölümünden sonra Ali Humeyni yüce lider, Rafsancani ise Cumhurbaşkanı seçilmişti. Rafsancani döneminde İran’ın muhafazakâr siyaseti devam etse de önceki döneme kıyasla daha ılıman politikalar izlenmişti. Rafsancani’nin görev süresinin dolmasının ardından reformist Hatemi Cumhurbaşkanı seçilmiş ve 1998 yılında, CNN ekranlarında gazeteci Christiane Amanpour’a bir röportaj vermişti. Hatemi’nin bu hamlesi Devrim’den beri ilk ciddi reform adımı olarak yorumlanmıştı. Ancak İran kanunlarına uygun olması adına, yayın boyunca Amanpour’un saçları başörtüsüyle kapatılmıştı. 2005 yılında ise Ahmedinejad Cumhurbaşkanı seçilmiş ve Hatemi’nin başlattığı reformist politikaları sona erdirmiş, yeniden muhafazakâr çizgide bir siyaset başlatmıştı. Böylece İran hem dış politikada hem iç politikada yeniden radikalleşmişti. Ahmadinejad’ın ardından 2013 yılında Cumhurbaşkanlığı makamına gelen Ruhani ise İranlılara “dünyayla barış yapma” sözü vermişti ve Hatemi’nin başlattığı reform hareketini miras olarak devralmış, hatta daha ileri bir seviyeye taşımıştı. Öyle ki, tıpkı Hatemi gibi Ruhani de CNN ekranlarında yine Amanpour’la bir röportaj gerçekleştirmişti. Ancak bu sefer Amanpour’un başörtüsü yoktu ki, bu da yeni reform siyasetinin bir göstergesiydi. Ruhani’nin ardından muhafazakâr kanattan İbrahim Reisi oldukça tartışmalı bir seçimle 2021 yılında makama gelmişti. Reisi döneminde de yine CNN’de, yine Amanpour ile bir röportaj planı yapılmıştı. Reisi, Amanpour’un başörtüsü takmasını istemiş, Amanpour bunu reddedince de röportaj iptal edilmişti. İran Cumhurbaşkanlarının röportajda Amanpour’un saçlarının gözükmesine karşı bakış açıları aslında bize İran siyaseti hakkında pek çok şey anlatıyor. Bu sembolik örnekten yola çıkarak İran siyasetinin Humeyni’nin ölümünden günümüze kadar reformist ve muhafazakâr kanat arasında bir sarkaç hareketi gösterdiğini söyleyebiliriz.
Reisi’nin 20 Mayıs’ta helikopter kazasında hayatını kaybetmesiyle İran, 28 Haziran’da seçime gidecek. Peki İran siyaseti, seçilecek Cumhurbaşkanıyla tekrardan sarkaç hareketi göstererek reformist politikalara geri dönebilir mi? Adaylar neler vadediyor? Devrimle kurulan, din adamları ve seçilmişler üzerine temellenmiş ikiliklerden doğan İran siyasal sistemi nasıl işliyor? Seçilmiş siyasetçilerin gerçekten söz hakkı var mı? Yeni seçilecek Cumhurbaşkanı İran’da neler değiştirebilir? Tüm bu soruların cevapları için Devrim’e giden süreci ve Devrim’le birlikte kurulan siyasal sistemi incelememiz gerekiyor.
İran İslam Devrimine Giden Süreç
1925 yılında iktidara gelen Rıza Şah Pehlevi, otoriter yöntemler kullanarak İran’ın modernleşmesini hedefliyordu. Bu bakımdan Kemalist modeli kendisine örnek almıştı ve 16 yıllık iktidarı boyunca Türkiye’yi üç kez ziyaret etmişti. Şah’ın ölümünden sonra oğlu Muhammed Rıza Şah İran’ı yönetmeye başlamış ve otoriter-reformist politikalarda babasının izinden gitmişti. Ancak babasından farklı olarak ABD ve batı bloğu ile daha yakın ilişkiler geliştirmişti. Bu yakınlaşmayla birlikte sosyalist tandanslı Muhammed Musaddık’ın başbakan seçilmesi Şah’ı rahatsız etmekteydi. Musaddık, İran petrolünü İngiliz himayesinden kurtararak millileştirmek istiyordu ve Şah’ın otoriter politikalarına karşı söylemlerde bulunuyordu. Şah, ABD’nin de desteğini alarak Musaddık’ı indirmeye çalışmıştı ancak bu, halkta ciddi protestolara yol açmıştı. Protestoları bastıramayan Şah İtalya’ya kaçtı ve ardından Musaddık, ABD’nin desteklediği bir askeri darbeyle düşürülmüştü. Bu olayla birlikte halk nezdinde Şah’a karşı ciddi bir tepki doğmuştu ve bu tepki 1979 devriminde gün yüzüne çıkacaktı.
Devrim’e giden süreç, Şah’ın otoriter politikalarına karşı dindar kesimden olduğu kadar liberallerden ve sosyalistlerden de destek bulmuştu. Her ne kadar bu üç grup ideolojik olarak oldukça zıt kutuplarda olsa da üçünün de ilk ve ortak amacı Şah’ın gönderilmesiydi. Şah’a karşı memnuniyetsizliğin oldukça arttığı bu dönemde Dr. Ali Şerîatî’nin Batı etkisi ve Şah’ın otoritesine karşı İslam’ı bir kalkan olarak kullanma ideali üzerine devrim fikrinin temeli atılmış, 70’li yıllarda Humeyni velayet-i fakih’i, yani Şii dünyasında siyasal otoritenin 12. İmam gelene kadar din adamlarında toplandığı yönetim sistemini kitaplaştırmıştı. Humeyni 1973 yılında Şah’a karşı söylemleri sebebiyle tutuklanarak önce Bursa’ya, sonra Irak’a sürgüne gönderilmiş ve ardından Paris’e gitmişti. Halkın önemli bir kısmı Humeyni liderliğinde Şah’a karşı birleşti ve tekrar başlayan protestolar İran Ordusu tarafından sert bir reaksiyonla karşılandı. Şah, protestolara dayanamayıp 1973’te yaptığı gibi yeniden yurtdışına kaçmıştı ancak bu sefer ordu da protestoları durduramamış, Humeyni İran’a ayak basmış ve “Allah-u Ekber, Humeyni rehber!” sloganıyla İran İslam Devrimi gerçekleşmişti.
İran Siyasal Sistemi
İran İslam Devrimiyle birlikte İran tarihinde ilk kez bir Cumhuriyet kurulmuştu. Yeni sistem hem velayet-i fakih hem de seçim sistemine dayanan bir teokratik cumhuriyet olarak kurgulanmıştı. Günümüzde de geçerliliğini koruyan bu sistem hem dini hem de demokratik olmak üzere ikili bir meşruiyet temeline dayanıyor. Bu ikiliğin teokratik boyutunda yer alan, Ayetullah adı verilen dini rehber en yüksek otorite konumundadır ve 88 kişiden oluşan Uzmanlar Meclisi tarafından seçilmesinden itibaren ölümüne kadar görevini yürütür. Ayetullah, silahlı kuvvetleri, yargıyı ve medyayı denetler, yüksek mevki atamalarını yürütür ve dilerse Cumhurbaşkanını görevden alabilir. Cumhurbaşkanı genel oy ilkesiyle dört yıllık dönem için seçilir ve en fazla iki dönem için seçilebilir. Cumhurbaşkanı, her ne kadar ekonomi ve dış politika konularından sorumlu olsa da, Ayetullah’ın sürekli denetimi altındadır. Dört yılda bir seçilen meclisin yanı sıra çıkarılan yasaların İslam’a uygun olup olmadığını denetleyen, Cumhurbaşkanı adaylarını onaylayan bir de Koruyucular Konseyi bulunur. Yani İran Siyasal Sistemindeki ikilikte demokratik boyutun din adamlarının vesayeti altında olduğunu söyleyebiliriz.
Reisi Döneminde İran
Reisi 2021 yılında, katılımın %50’nin altında olduğu seçimlerde oyların %72’sini alarak Cumhurbaşkanı seçilmişti. Bu seçimlerde yaklaşık 600 adaydan yalnızca yedisinin Koruyucular Konseyi tarafından seçimlerde yer alması uygun bulunmuştu. Reisi, İran İslam Cumhuriyeti tarihi boyunca yüce lider ile en iyi anlaşan başkanlardandı, iki yöneticinin politikalarında herhangi bir farklılık gözlemlenmesi oldukça güçtü.
Reisi’nin ajandasının en önemli konularından bir tanesi İran, ABD, Fransa, Birleşik Krallık, Rusya, Çin ve Almanya arasında imzalanan, İran’ın nükleer bomba üretmediğini kanıtlaması adına nükleer tesislerini Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının denetimine açması karşılığında İran’a karşı yaptırımların kalkmasını öngören anlaşmaydı. Bu anlaşma Ruhani döneminde imzalanmıştı ve yaptırımların kalkmasıyla İran ekonomisi ciddi bir büyüme gerçekleştirmişti. Ancak dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın 2018 yılında bu anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesiyle anlaşma bir nevi suya düşmüş, Ruhani’nin başlattığı reform hareketi de Trump’ın bu hamlesiyle büyük bir darbe almıştı. Reisi, kampanya sürecinde ekonomik krizin tamamen bu anlaşmanın başarısızlığına bağlı olduğunu söyleyerek Batı ile yeniden anlaşmaya karşı olduğunu dile getiriyor, ABD’nin yaptırımlarını dengelemek adına Rusya ve Çin ile yakın ilişkiler geliştirmeye çabalıyordu. Kampanyasında Batı’dan bağımsız bir şekilde ekonomiyi düzeltme sözü veren Reisi, Cumhurbaşkanı seçildiğinde %50 civarında olan enflasyonu, 2024 yılının başlarında %30’a kadar indirmişti.
Reisi’nin Cumhurbaşkanlığında akıllara en çok kazınan olay ise İranlı kadınların öncülük ettiği özgürlük protestolarıydı. 2022 yılında Mahsa Amini isimli bir kadın İslam kurallarına aykırı giyindiği gerekçesiyle gözaltına alınmış ve gözaltı esnasında İran Ahlak Polisi’nin şiddeti sonucunda hayatını kaybetmişti. Bu olaya karşı İran’da büyük çapta protestolar başlamış, Reisi hükümeti oldukça sert müdahalelerde bulunmuş, 500’den fazla kişi öldürülmüş ve 150’yi aşkın aktivist tutuklanmıştı. Her ne kadar bu protestolar İran rejimini temelden sarsamamış olsa da toplumdaki değişim isteğini yansıtmıştı. Reisi’nin sicili insan hakları konusunda halihazırda oldukça kabarıktı. 1988 yılında Ayetullah Humeyni, muhalifleri tamamen ortadan kaldırmak adına siyasi mahkumların düşman olarak kabul edilerek idam edilebileceklerine dair bir ferman yayınlamıştı ve bu fermanla birlikte mahkumların infaz kararlarını almak adına o zamanlar bir yargıç olan Reisi’nin de yer aldığı komisyonlar kurulmuştu.
Adaylar kimler?
Reisi’nin ölümünden sonra birinci başkan yardımcısı Muhammed Muhbir vekaleten başkan olarak atandı ve 28 Haziran’da gerçekleştirilecek Cumhurbaşkanlığı seçiminde Koruyucu Konsey 80 aday adayı içerisinden altısını seçimlerde yarışmaya uygun buldu. Bu altı adaydan beşi muhafazakarları temsil ederken yalnızca biri reformist politikalar vadediyor. Seçim sürecindeki temel meseleler, yıllardır olduğu gibi ekonomik kriz, Amerikan yaptırımları ve kadın hakları olarak öne çıkıyor.
En çok öne çıkan adaylardan biri olarak görülen, Ayetullah Ali Hamaney ile yakınlığıyla bilinen eski Tahran Belediye Başkanı ve şimdiki Parlamento Sözcüsü Muhammed Bakır Galibaf, daha önce 2014 ve 2017 yıllarında da Cumhurbaşkanlığına aday olmuş, 2017’de Reisi lehine yarıştan çekilmişti.
2021 seçimlerinde Reisi lehine yarıştan çekilen, nükleer görüşmelerinde baş müzakereci olarak yer almış Said Celili de 28 Haziran seçimlerinde yarışacak bir diğer aday. Celili, Galibaf ile birlikte favorilerden biri olarak görülüyor.
Tahran Belediye Başkanı ve nükleer tıp uzmanı Alirıza Zakani’nin Cumhurbaşkanlığı adaylığı 2013 ve 2017 yıllarında konsey tarafından reddedilmiş, 2021 yılında adaylığı kabul edilse de Reisi lehine yarıştan çekilmişti. Zakani, konuşmalarında sık sık yolsuzlukla mücadeleye değiniyor.
53 yaşındaki Emir Hüseyin Gazizade Haşimi ise en genç aday olmasıyla öne çıkıyor. 2021 yılından bu yana Şehitler Vakfı Başkanlığını yürütüyor ve kampanyasında Reisi’nin politikalarına bağlı kalacağını yinelemeye devam ediyor.
Öncesinde İçişleri ve Adalet Bakanlığı görevlerini yürüten Mustafa Purmuhammedi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yarışacak tek din adamı. Adaylar arasında en muhafazakâr olanın Purmuhammedi olduğunu söyleyebiliriz.
Azeri kökenli kalp cerrahı Mesut Pezeşkiyan ise tek reformist aday konumunda. Pezeşkiyan, Hatemi döneminde sağlık bakanı olarak görev yapmış, sonrasında dört dönem milletvekili olarak seçilmişti. Pezekşiyan, İran’daki ekonomik istikrarsızlığın ülkeyi dış yatırımlara kapattığını iddia ediyor ve bunun yanında medya özgürlüğüne ve şeffaflığına inandığını belirtiyor. Pezekşiyan’ın adaylığının konsey tarafından onaylanmasının sebebi reformist kanattan bir adaya yer vererek seçime katılımı artırmak, böylece seçimin meşruiyetini kuvvetlendirmek olabilir. Zira Ayetullah Ali Hamaney, seçimlerde düşük katılım olduğunda İslam Cumhuriyetinin düşmanlarının İran’ı kınadığını söyleyerek seçimlere katılımın kritik olduğunun altını çiziyor. Bunun yanında her ne kadar isim vermese de “bazı politikacıların tüm ilerlemenin ABD’den geçtiğini” düşündüğünü söyleyerek üstü kapalı bir biçimde Pezeşkiyan’ı eleştiriyor.
Seçimden sonra İran’da bir değişim beklenebilir mi?
İran’da din adamları, adayların belirlenmesinden kampanya sürecine kadar seçimlerin hemen hemen her alanında ciddi oranda söz sahibiler. Seçimin potansiyel etkilerini incelerken Ayetullah Ali Hamaney’in birinci, Cumhurbaşkanının ise ona bağlı ikinci otorite olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu bakımdan İran’ın iç veya dış politikasının temel hatlarını Ayetullah çiziyor ve Cumhurbaşkanı bu belirlenen politikaları uygulamakla yükümlü kılınıyor. Eğer Cumhurbaşkanı bu politikalarla ters düşerse yüce lider, Cumhurbaşkanını görevden alabiliyor.
28 Haziran seçimlerinde bir sürpriz yaşanmadığı takdirde onaylanan altı adayın beşinin muhafazakâr kanattan olmasının yanı sıra ölümünden önce Reisi’nin Hamaney’in veliahtı olarak görüldüğünü de hesaba katarsak, İran politikasının uzun bir süre daha muhafazakâr çizgide kalacağını ve güncel siyaset çizgisinin devam ettirilmek istendiğini söyleyebiliriz. Yani İran siyasetinin devrimden beri gösterdiği sarkaç hareketinin sıradaki tekrarı için bir süre daha beklememiz gerekebilir. Diğer bir deyişle, Christiane Amanpour seçilecek yeni İran Cumhurbaşkanıyla bir röportaj gerçekleştirmek isterse, yeniden başörtüsü takmak durumunda kalacak gibi gözüküyor.
Comments