Branko Milanovic’in “Capitalism Alone” Kitabı Üzerine
Kapitalizmin küresel ölçekteki “tartışmasız hakimiyeti” ile Asya’nın yükselişi arasındaki bağ nedir? Çin’in ekonomik başarıları Amerika güdümlü liberal uluslararası düzenin süregelen egemenliğini gölgelerken küresel politik ekonominin yeni oyun kurucu aktörü kim olacak? Peki ya kapitalizmin tek alternatif olduğu bir dünya düzeninde daha adil bir yaşam mümkün mü? Eski Dünya Bankası ekonomistlerinden Branko Milanovic’in Capitalism, Alone: The Future of the System that Rules the World (2019) isimli son kitabı kapitalizmin tesiri altındaki bir dünyanın sosyoekonomik dinamiklerine dair geçmişten geleceğe uzanan bir analiz sunuyor. Milanovic’e göre tarih boyunca olası tüm alternatiflere karşı üstünlüğünü ispatlayarak rakipsiz hale gelen kapitalizmin geleceği artık tehlikede olmasa da Çin’in politik kapitalist modeli karşısında öncülüğünü ABD’nin yaptığı liberal meritokratik kapitalizmin geleceği pek de parlak görünmüyor. Fakat Asya’nın ekonomik yükselişi ile ekonomik gücün yeniden dengelenmesi kadar Batı toplumlarının giderek çarpıklaşan içsel dinamikleri de liberal meritokratik sistemin kırılganlığına katkıda bulunuyor. Yüksek gelir ve servet eşitsizlikleri, sosyal ve siyasal alanlara yansıyarak asimetrik güç ilişkileri yaratıyor, eşitsizliğin kendini sürekli yeniden üretmesine mahal veren mekanizmalar ise sistemin liberal ve meritokratik karakterini yıpratarak toplumun sisteme olan güvenini yok ediyor. Tüm bunların yanı sıra, küreselleşme ile bu denli sarmalanmış kapitalizmin getirdiği sermaye ve emek hareketliliği ulusal ve küresel arasındaki çizgiyi silikleştiriyor. Küresel dinamiklerin yerel siyasetteki izdüşümleri ise, giderek artan sosyal huzursuzluk karşısında, ülkeleri demokratik prensiplerden uzaklaştırarak otoriter pratiklere itiyor.
Makro düzeydeki bu değişimler mikro düzeyde de karşılık buluyor; küreselleşmiş toplumların bireyleri de kapitalizmin dönüştürücülüğünden kaçamıyor. “Aşırı ticarileşmiş kapitalizm” başarıyı ve gücü para ile eşitlerken kişisel çıkar tüm dünyada, her sınıftan insanın özümsediği temel prensip haline geliyor. Sistemin buyrukları bireyin zamanının dahi metalaştırılmasına neden olarak insanları günlük yaşamlarında bile birer kapitalist haline getiriyor. Hukuki çerçeve içerisinde işlemeye gayret eden, fakat ahlaki ödevlerini daha fazla kazanç için feda eden günümüz kapitalizminde kişisel çıkarın kamusal yarar ürettiğine dair inanç giderek daha fazla sorgulanıyor. Fakat Milanovic, hem günümüzün aşırı-ticarileşmiş kapitalizminin tüm etik değerleri yok sayan karakterine, hem de her iki kapitalist modelin istikrarsızlık yaratıcı içsel özelliklerine rağmen, bazı çözümlerin hala mümkün olabileceğini savunuyor. Milanovic’e göre bugünün sorunlarının çözümlerinin geçmişte bulunmayacağını anlamak ve kapitalizmin ehlileştirilebilecek beşeri bir sistem olduğunu hatırlamak, sistemi insanların refahına hizmet edebilecek daha eşit bir modele yakınsatacak tercihler yapabilmeyi olası kılabilir.
Bu yazı Branko Milanoviç’in Capitalism, Alone: The Future of the System that Rules the World (2019) isimli çalışmasının en temel analizini, güncel kapitalizmin ikiliğini, eleştirel bir perspektifle aktarmayı amaçlıyor.
Liberal Meritokratik Kapitalizm vs. Politik Kapitalizm
Kapitalizmin tüm dünyaya sirayet ederek artık yegâne sosyoekonomik sistemi oluşturduğu ve hiçbir gelecek senaryosunun kapitalizmden ve onun neden olduğu ilişkilerden bağımsız olamayacağı fikri, kitabın tüm argümanlarının üzerine inşa edildiği en temel varsayımı oluşturuyor. Milanovic’e göre adem-i merkeziyetçi bir koordinasyon mekanizması içerisinde, çoğunlukla özel sermayenin hukuki olarak özgür, maaşlı emek kullanarak kar amaçladığı bir sistem olarak kapitalizm, olası dünyaların en iyisi olup olmadığı meçhul olsa da, diğer alternatiflere göre becerilerini kanıtlayarak tüm dünyanın konuştuğu tek dil haline gelmiş bulunuyor. Kapitalizmin Soğuk Savaş’ı izleyen dönemde perçinlenen bu “küstah zaferi” her ne kadar Fukuyama’nın “tarihin sonu” tezi benzeri bir tonda ifade edilse de Milanovic tarihsel evrimi teleolojik bir biçimde açıklama gafletine düşmüyor. Milanovic’e göre kapitalizmin küresel hakimiyeti tekdüze bir sistemin geniş kapsamlı bir replikasyonunu değil, içsel bir çatallanma ve çatışma ile karakterize olan bir gelecek ima ediyor: ABD’nin öncülüğünü yaptığı liberal meritokratik kapitalizm ve Çin liderliğindeki politik kapitalizm arasındaki üstünlük savaşı. Sanayi Devrimi’nden bu yana Doğu ile Batı arasında açılan zenginlik makasının Asya ekonomilerinin yükselişi ile giderek kapanmasıyla ekonomik aktivitenin coğrafi olarak yeniden yapılanmasının siyasi bir iması olan Çin ve ABD arasındaki çekişme, Milanovic’e göre, güncel politik ekonominin en temel çatışma eksenlerinden birini temsil ediyor. Bu çatışma ise en nihayetinde iki sistemden birinin ötekine galip geleceği bir gelecek anlamına geliyor.
19. yüzyılın klasik kapitalizmi ve II. Dünya Savaşı sonrasının sosyal-demokratik kapitalizminin evrimleşmiş bir versiyonu olarak 21. yüzyıl liberal demokratik kapitalizmi, esasen tüm zengin kapitalist ülkeleri kapsayan düzeni ifade ediyor. Temsilciliğini ABD’nin yaptığı bu düzenin meritokratik karakteri hiçbir hukuki engel olmaksızın kariyerlerin yeteneğe açık olduğu bir “doğal özgürlük” belirtirken, liberal özellikleri ise meritokrasinin kabul ettiği mülkiyet mirasının yan etkilerini, vergileme ve bedava eğitim gibi politikalarla, düzelterek daha eşit bir sistem tasavvur ediyor. Mal ve hizmetlerin nasıl üretilip değiş tokuş edildiğini (kapitalizm), bireylere nasıl dağıtıldığını (meritokratik), ve sistemde ne kadar sosyal mobilite olduğunu (liberal) belirten bu sıfatlar olanak verdikleri demokrasi ve hukukun üstünlüğü prensipleriyle beraber içsel tutarlılığa sahip, fakat oldukça kırılgan, bir düzen yaratıyor.
Bugün liberal meritokratik düzen pek çoklarını hayal kırıklığına uğratarak hukukun, demokrasinin ve küreselleşmenin gerçekten kime hizmet ettiğinin sorgulatan, giderek daha fazla eşitsizlik üreten bir sistem olarak anılıyor. Milanovic’e göre liberal meritokratik kapitalizmin altı sistemik özelliği bu durumun ana kaynağını oluşturuyor: Zenginlerin orantısız olarak daha fazla sermayeye sahip olmaları, halihazırda bol ve karlı olan sermaye varlıklarından göreceli olarak daha fazla kazanç elde etmeleri, elit Sarmaşık Ligi üniversiteleri etiketiyle artık hem sermayelerinden hem de emeklerinden gelir sahibi olmaları, kendileri gibi seçkin sosyal statüden insanlarla evlenerek varlıklarını pekiştirmeleri ve sahip oldukları materyal ve “network” birikimlerini çocuklarına aktararak ulusal gelir içinde sermayenin getirisini arttırmaları. Bu mekanizmalara ek olarak, zenginlerin lobi ve rüşvet yoluyla siyasetçileri satın almaları sonucu ekonomik ve siyasi elit kimliklerinin birleşmesiyle müesses nizamın hakimiyetini pekiştiren gömülü çıkarlarla örülü demir perde, sosyal mobilitenin önünde aşılması epey zor bir engel oluşturuyor. Ve tüm bunların üzerine küresel değer zincirleri ile gelen ucuz emeğe doğru iş kayışının, azalan pazarlık gücüyle düşen maaşların, göçün yerel kültürel kodlar ile kurumları zedeleyerek ve refah devleti kaynaklarını kaynaklarını (sosyal transferler, iş koruması, sağlık hizmeti, bedava eğitim gibi) tüketerek arttırdığı sosyal çatışmanın eklenmesiyle ortaya çıkan radikal cevaplar ve eriyen sosyal güven liberal meritokratik kapitalizmi alternatif sosyoekonomik tahayyüllere karşı savunmasız hale getiriyor.
Milanovic’e göre liberal meritokratik kapitalizme karşı olası tek alternatifi Çin liderliğindeki politik kapitalizm modeli oluşturuyor. Bu noktada, Vietnam, Malezya, Singapur ve Cezayir gibi ülkeleri kapsayan, geçmişlerinde komünist devrimler olan ve hala komünist partilerin iktidarda olduğu politik kapitalist ülkelerin ne derece “kapitalist” oldukları önemli bir soru teşkil ediyor. Milanovic bu soruyu, liberal ve Marksist ideolojilerin hem I. Dünya Savaşı’nı hem de sosyalizmin yükselişini ve çöküşünü açıklamaktaki yetersizlikleri sebebiyle, geleneksel görüşleri aşan alternatif perspektiften cevaplamayı tercih ediyor. Milanovic bugünkü politik kapitalist ülkelerin geçmişlerindeki komünist devrimlerin “Batı’da burjuvazinin yükselişinin fonksiyonel eşiti” olarak rol oynadığını ve bu az gelişmiş, kolonileşmiş toplulukların feodalizmden kapitalizme geçişini sağladığını iddia ediyor. Bu argüman hem liberal hem de Marksist anlatıların Üçüncü Dünya ülkelerinin geleceğini Batı’nın bir resmi üzerinden gören öngörülerden önemli ölçüde ayrılıyor; kapitalizme giden yolu medeniyet söylemleri ya da komünizme doğru diyalektik yürüyüş savlarıyla bezeli ideolojik takılardan kurtararak tarihsel evrimi düz bir çizgide ilerleyen, kademeli bir şablon olarak görmekten vazgeçiyor. Böylece, kapitalizme geçişin komünist ya da sol bir siyasi parti tarafından sağlandığı, siyasi sistemin bağımsızlık mücadelesi sonucu kurulduğu ve (resmi ya da fiili) tek parti iktidarı görülen günümüz politik kapitalizmleri de zamanla özel mülkiyetin artarak özel sermayenin maaşlı emek kullandığı ve fiyatların piyasa tarafından belirlendiği ekonomik sistemler olarak Milanovic’in kapitalizm tanımına pekâlâ uyar hale geliyor. Lakin, Milanovic’in diğer politik kapitalizmlere dair değerlendirmeleri Çin’e benzedikleri ölçüde analize dahil oluyor, bu ekonomilerin tarihi şekillenişi ve daha iyi bir anlayış sunacak verileri, Çin’e dair aktarılan tüm detaylara karşın, eksik kalarak varsayımlar üzerinden ilerleyen bir tartışma haline geliyor. Bu anlamda, özellikle Vietnam gibi diğer Asya ülkelerinin ve Cezayir gibi Afrika ekonomilerinin politik kapitalizm dinamikleri ve Çin’e gerçekten ne derece benzedikleri hala aydınlatılmaya muhtaç konular olarak büyük bir eksiklik oluşturuyor.
Milanovic’e göre ekonomik kazanç için siyasi gücü araçsallaştıran politik kapitalist modelin en belirgin sistematik özellikleri üç maddede özetlenebilir: 1) tüm sistemin meşruiyet kaynağını oluşturan yüksek ekonomik büyümenin sağlanmasının asli görevi olduğu güçlü ve teknokratik kıvraklığa sahip bir bürokratik sistem; 2) milli menfaatler rehberliğinde politikalar üretirken özel sektörün siyasi rol üstlenmesini dizginleyen dominant ve otonom bir devlet; ve 3) devletin ve bürokratik elitlerin bağımsız bir şekilde hareket etmesine olanak verecek asgari düzeyde ya da keyfi olarak uygulanan hukukun üstünlüğü prensibi.
Milanovic’e göre hem siyasi elitler hem de vatandaşlar için bazı çekici özelliklere sahip olan politik kapitalizm modeli iki tür iç çelişkiye de sahip. Siyasi ve bürokratik elitler için kamuoyu baskısından ve kurumsallaşmış kısıtlardan bağımsız politika yapabilme ve gevşek hukuksal işleyiş sayesinde siyasi gücü ekonomik kazanca çevirebilme yetileri sistemin çekici özelliklerini oluştursa da hukukun keyfi olarak uygulanması rasyonel bir sistem içinde hareket etmesi beklenen teknokratik bürokrasinin işleyişini zedeliyor. Bundan da önemlisi, siyasi elitlerin sahip olduğu takdire bağlı hukuki yaptırım gücü hukukun sistem yanlılarını ödüllendiren ve istenmeyen aktörleri cezalandıran bir araç olarak kullanılmasına olanak verirken bu ihtiyari güç aynı zamanda yolsuzluğu politik kapitalizmin endemik bir özelliği haline getiriyor. Yükselen yolsuzluk ise eşitsizliği arttırdığı takdirde tüm sistemin meşruiyet kaynağını, yani ekonomik büyümeyle vatandaşlara sunulan yüksek materyal getirilerin sürdürülebilirliğini, tehlikeye atıyor. Milanovic’e göre sürekli istikrarsız bir denge halinde olan politik kapitalizmlerde ancak yolsuzluğun katlanılmaz boyutlara ulaşmasına izin verilmediği sürece sistemi destekleyen toplumsal sözleşme zarar görmeden devam edebilir. Sistem, bireyi baskılayan özgürlük yoksunluğuna ve hukuksal korunumun zayıflığına rağmen, yaşam standartlarındaki iyileşme nedeniyle kamuoyu tarafından hala tercih edilebilir.
Politik kapitalizmin bireyler tarafından neden ve ne derece tercih edilebileceği soruları da bu bahsedilen sürdürülebilir materyal getiriler etrafında dönüyor. Milanovic’e göre, liberal demokrasilerde görülen hukuki ve teknik sınırlamaların yavaşlatıcı etkisinin aksine, politik kapitalizmlerde bürokratların sert yasal sınırlamalardan noksan geniş manevra kabiliyetleri hızlı karar alabilmelerini sağlayarak yüksek ekonomik büyümeyi sağladığı için sistemi vatandaşlar için oldukça cazip hale getiriyor. Tüm kitap boyunca yankılanan, bireylerin özgürlüğü paraya tercih edeceklerine dair bu varsayım hayli tartışmalı olsa da Milanovic’e göre kapitalizmin derinleşmesiyle gelen para kazanma hırsının evrenselleşmesinin bir sonucu. Çünkü insanlar artık yurttaşlık meselelerine büyük önem atfeden “politik hayvanlar” değil, kendilerini birebir ilgilendiren meseleler hariç politikaya ayıracak ne isteği ne de zamanı olan aşırı ticarileşmiş kapitalist dünyanın atomik bireyleri.
Kısaca, Milanovic’e göre, Çin’in de kapitalizm oyununu en az ABD kadar iyi oynayabilir duruma gelmesiyle birlikte her biri kendine özgü avantajlara ve açmazlara sahip iki kapitalizm modeli ortaya çıktı. Ulusal ve küresel düzeylerde liberal projeye karşı hayal kırıklıkları giderek artarken liberal uluslararası düzenin lideri Amerika’nın ve ekonomik başarıları somut getirilere dönüşmüş, otoriter Çin’in birbirine karşı konumlanması da tartışmayı sosyalizme karşı kapitalizm ekseninden uzaklaştırıp aynı sosyoekonomik sistemi destekleyen farklı ideolojik altyapıların üstünlüğü meselesi haline getiriyor. Milanovic’e göre liberal anlayıştan uzak bir piyasa ortamının mümkün olup olmadığını sorgulatan bu tartışmanın geleceği Çin’in küresel arenadaki davranışlarıyla şekillenecek. “Çin nihayetinde başarısız olmalı” argümanlarına[i] ya da Çin’in liberal küresel düzenin kurallarını kendi lehine çevirerek yükseldiği için sistemi yıkmayı amaçlamadığı savlarından[ii] farklı olarak Çin’i daha agresif bir aktör olarak gören Milanovic’e göre politik kapitalizmin küresel ihracı ancak Çin’in daha proaktif bir rol üstlenip yüksek ekonomik büyümeyi sürdürebilmesine bağlı. Bu anlamda, Kuşak ve Yol Girişimi ile altyapı yatırımlarına siyasi şartlar koşmayan ve Asya Yatırım ve Altyapı Bankası, BRICS gibi kurumlarla kendi etki alanını oluşturmaya çabalayan Çin’in yeni küresel lider olma şansı ekonomik alanı siyasetten koruduğu sürece yüksek olabilir.
Sonuç
Capitalism, Alone: The Future of the System that Rules the World (2019)Çin’in küresel sahneye çıkışıyla değişen “sıfır-toplamlı” küresel politik ekonomi oyununun dinamiklerini daha iyi anlamak isteyen herkes için üzerinde düşünülmeye değer pek çok orijinal analiz sunuyor. Yukarıda özetlenen kapitalizmin ikiliği tartışmasına ek olarak, küreselleşmenin yarattığı sermaye ve emek hareketliliğinin refah devleti ile olan ilişkisinin ve kapitalizmin bireyi, bireyin özel yaşamını ve bireylerin kapitalist düzen içerisinde etik değerlere yaklaşımını nasıl değiştirdiğinin de etraflıca tartışıldığı Capitalism, Alone, söz konusu meselelerin gelir eşitsizliği ile olan yakın ilişkisini de oldukça detaylı bir biçimde aktarıyor.
Fakat, ne yazık ki, çalışmanın politika önerileri gözlem ve analiz boyutuna kıyasla daha güçsüz kalıyor. Milanovic’e göre artık sosyal-demokrasi araçlarının üst limitlerine eriştiği ya da sadece yüzeysel olarak başarılı olabileceği günümüz kapitalizmlerinde daha eşit ve adil bir sistem yaratabilecek politikaların hedefi bireylerin eşit miktarda sermayeye ve eğitime sahip olduğu bir düzen olmalı. Sermaye eşitsizliğini azaltmak için orta-alt sınıfların daha fazla hisse sahibi olmasını sağlayacak vergi avantajları, sermayenin konsantrasyonunu önleyecek bir servet vergisi sistemi ve aynı eğitim düzeyine sahip insanların gelirlerinin eşitlenmesini sağlayacak eğitim standardizasyonu ve benzeri politikaları kapsayan bu hedeflerin siyaseten ne denli mümkün olduğu, yine analizde eksik kalan, küreselleşmiş bir dünyada devletin rolü, yetkileri ve bu hedeflere ne derece bağlı olacağı soruları ile oldukça ilgili.
[i] Acemoglu, Daron, and James A. Robinson. 2012. Why Nations Fail: The Origins of
Power, Prosperity, and Poverty. New York: Crown.
[ii] Ikenberry, G. John. 2018. “Why the Liberal World Order Will Survive.” Ethics & International Affairs 32(1): 17–29.
Comments