Ülkeler Nasıl Zengin Olur? Ulusların Düşüşü ve Daron Acemoğlu
Güç, zenginlik ve yoksulluğun kökenleri nedir? Neden bazı uluslar gelişirken bazıları geri kalmıştır? Eşitsizlik ve eşitsizlikten doğan yaygın örüntülerin odak noktaları nelerdir? Ulusların Düşüşü kitabı bu sorulara ve bu soruların ortaya çıkardığı temel, esaslı problemlere cevap arıyor.
Yazarlar kitapta bize tarihselcilik ve kökenleri hakkında bazı ipuçları sunuyor. Aynı kıtayı ya da aynı soyu paylaşan insanların, ülkelerin aynı zenginlikte olmamalarının, aynı kalkınmayı göstermemelerinin kurumsal ve tarihsel nedenlerini irdeliyor. Bunu açıklarken de devletin ve piyasanın güçlerine, devletin gücünü de kurumların niteliklerine göre bir ayrıştırmaya gidiyor. Buna göre kurumlar kapsayıcı ve dışlayıcı kurumlar olarak ikiye ayrılıyor ve kalkınma hususunda temel bir meseleye açıklık getiriliyor.
Kurumların Tasnifi
Kapsayıcı ve dışlayıcı kurumların kitapta siyasi ve ekonomik işlevleri ön plana çıkarılıyor. Kapsayıcı siyasi kurumların çağrıştırdığı şey, emsal gösterilebilecek bir demokrasidir. İnsanların seçme ve seçilme hakkının korunduğu, sosyal devlet kavramının çalıştığı, medyanın sesinin çıkabildiği bir demokrasi kapsayıcı siyasi kurumlara sahiptir ve bu sahipliklerini de kurumların işleyişine borçludurlar. Kapsayıcı ekonomik kurumlar da özel mülkiyet hakkının tesis edildiği ve kişilerin mülklerini serbestçe dolaşıma sokabildikleri bir ekonominin tanımını yapmaktadır. Kapsayıcı kurumların temel gayesi ülkenin refah düzeyini arttırmak ve ülkede yaşayan her insanın haklarını korumaktır.
Sömürücü- dışlayıcı kurumlar ise tipik bir otokrasi niteliği taşır. Seçimlerin güvende olmadığı, mal ve mülk edinme hakkının iyi korunmadığı, medyanın tekel haline geldiği ve zenginliklerin küçük bir kesimde toplandığı bir ülkenin yaratıcısı da onu işleten dışlayıcı ekonomik ve siyasi kurumlardır. Zaten Acemoğlu ve Robinson’a göre, siyasetin kurumları kuşatmış olmasının nedeni şudur: kapsayıcı kurumlar ülkenin refahı için iyi olabilirken, sömürücü kurumlar oluşturmak bazı insanlar ya da gruplar için daha kârlıdır. Bu karlılık da siyasal gücün hâkimiyetini elinde bulunduranlara ekonomik açıdan gelir eşitsizliğine yol açacak denli bir zenginlik sağlayacak boyuttadır. Kapsayıcı kurumların temel ilkesi rekabeti korumak ve gerektiğinde önünü açmak olurken dışlayıcı kurumların oluşturduğu bir yapıda rekabet yerini monopole bırakır.
Neden Daima Refah Tercih Edilmiyor?
Bu başlık kitabın içinde de yer alıyor ve kitap karşısındaki argümanları bütüncül bir şekilde eleştiriyor. Refahın öncelemesinin kurumların değil zihniyetlerin işi olduğunu, ülkenin refahını düşünen zihinlerin işe kurumları dönüştürmek ve geliştirmekle başlaması gerektiğini belirtiyor. Yazarlar, ekonomik ve siyasal kurumlar arasındaki güçlü bağın halkı doğrudan etkilediğini ve tercihlere göre refah düzeyinin belirlendiği söylüyorlar. Bir ülkede siyasal ve ekonomik kurumlar kapsayıcı olabilir ve ekonomik büyümeyi teşvik edebilir ya da kurumlar dışlayıcı olur ve ekonomik büyümenin önünde bir duvar oluşturabilirler. Herkesin tercihinin de refah düzeyini arttıran kapsayıcı kurumlar olduğu şeklindeki bir düşünce bizi yanılgıya düşürür. Acemoğlu bunu Kongo Krallığı-Kongo Cumhuriyeti örneğinde anlatıyor. Joseph Mobutu yönetimindeki Kongo’da, 1965-1997 yılları arasındaki sürekli ekonomik gerileme ve halk nezdinde artan yoksulluk yaşasa da küçük bir elit kısım sürekli olarak zenginleşti. Peki, Mobutu kaynakları halka dağıtsaydı ve refahı sağlasaydı daha iyi olmaz mıydı? Yazarlar dışlayıcı kurumların gücünü, etraflarında topladıkları elit çevrelerden aldığını, kaynakların orada toplanmasıyla mevcut iktidarı uzun süreli kılabildiklerini söylüyorlar ve bir cümle önce sorulan soruya “hayır” cevabını veriyorlar. Bunu da kapsayıcı kurumların getirdiği serbestliğin doğurduğu teknolojik ortamın eşzamanlı olarak “yaratıcı yıkım” getirmesiyle açıklıyorlar. Dışlayıcı kurumların tezini oluşturan ve hatta bu kurumları korkutan da müesses nizamı ekarte eden “yaratıcı yıkım” kavramı oluyor.
Kurumların Açıklayıcılığı
Baştan sona kapsayıcı ve siyasal kurumların etkisini çeşitli ülkelerin tarihleriyle örneklendiren tez, dışlayıcı kurumların büyüme sağladığı modele de değiniyor. Dışlayıcı kurumların nispeten masum görünen taraflarında elit çevrelerin iştirakleri sonucu halkın ulaştığı kısıtlı bir refah seviyesinden ve ekonomik büyümeden bahsedilse de bunun sürdürülebilir bir kalkınma aracı olmadığını ifade ediyor. Önünde sonunda kurumların alışık oldukları işleyişe devam edeceklerini ve bunun da istikrar yaratmaktan uzak olduğunu belirten Acemoğlu, bu büyümelerin herhangi bir teknolojik gelişimle desteklenmedikleri için kolaylıkla tahribata uğrayabileceğini günümüzden örneklerle anlatıyor. Çünkü teknolojik yenilikler toplumları belirli oranda müreffeh duruma getirirken ekonomik imtiyazlara sahip toplulukların önüne engel koymaktadır.
Refahın İnşası
Kitabın ikinci bölümünde büyük bir yer işgal eden ülkelerdeki refah düzeyi ve bunun kurumlarla olan bağı hakkında temel bir “öğüt” ortaya atılmaktadır. Refahın inşasını ve ülkedeki refah seviyesinin artan bir eğilime gelmesini arzuluyorsak bunun için cehaletin önüne bir set çekmemiz gerektiğini belirten yazarlar, aynı zamanda yöneticileri doğru tavsiyelerle aydınlatmayı ve refahın inşasına inandırmayı birincil şart olarak ifade etmektedirler. Bu şartların uygulanmasının ardından özellikle makroekonomik istikrar adına çeşitli reform paketleri yürürlüğe konur. Bu sayede düşük ekonomik büyümenin ekonomik kurumlar ile olan etkisi minimize edilerek çözümün oluşması için uygun ortam hazırlanır.
Kitap her ne kadar büyüme modellerini kısıtlıyor gibi görünse de değindiği noktalarla ve misallendirmelerle temel bir ulus-devlet modeli kalkınma biçimi tanımı yapmaktadır. Tarihsel anlatımda verilen örneklerde her ne kadar gelişmekte olan ülkelerin azlığı dikkat çekse de gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler arasındaki devlet işleyişindeki kurumların rolünü ve yaşam standartlarındaki büyük farklılıkları bize anlatıyor.
Comments