Çin Yeni Süper Güç Olabilecek Mi?
Çin 2007’de de dünyanın en büyük ikinci ekonomisi, 2009’da dünyanın en büyük ihracatçısı haline geldi. Tahminlere göre Çin 2030lu yıllarda da ABD’yi geride bırakarak Dünyanın en büyük ekonomisi olacak.
Peki Çin bu büyüme ivmesini ve sürekliliğini neye borçlu? Çin’in büyümesinin arkasındaki faktörleri yöneticilerin zihniyet dönüşümü, ülke içi ekonomik yapı, jeopolitik dönüşümler gibi başlıklarda incelemek mümkün. Bu yazıdaysa Çin’in küresel kapitalist pazara açılmasının üzerinde duracağız.
Mao iktidarının son 10 yılını gözümüzün önüne getirdiğimizde büyük bir kıtlık ve fakirlik, ekonomik anlamda çökmüş bir devlet çıkıyor karşımıza. 1970’lerin sonunda Mao’nun ölümü bir kırılma anına işaret ediyor Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) ekonomi politikaları adına. Sosyalist Çin hükümeti Mao’nun halefi olan Deng Xioaping döneminde kapitalist pazara açılma kararı aldı. 1978’de alınan bu kararla Çin’in 30 yıllık izolasyonu son buldu. Çin’in küresel pazara kendisini açma motivasyonlarından biri ABD ile ticari ilişkiler kurarak Sovyetlere karşı pozisyonlarını güçlendirmekti, diğeri ise bölgedeki ülkelerle ticari ilişkileri yeniden tesis ederek ölü haldeki ekonomiyi canlandırmaktı. Tabi Çin’in uluslararası pazara açılması sosyalizmi bırakıp kapitalist bir ekonomiye geçildiği anlamına gelmiyordu. Piyasayı benimsemek ve ona sosyalist bir ruh vermek iddiasındaydı Çin. Çin’in sosyalist bir ekonomiden devlet güdümlü bir kapitalizme geçişi hem zamana yayılmış hem de kontrol ÇKP’nin elinde kalmıştı. Bu yüzden eski Sovyet ülkelerinin yaşadığı gibi bir neo-liberal “şok tedavi” uygulanmadı.
Kaynak: New York Times
Çin’in uluslararası piyasaya açılırken ilk partneri, şimdiki en büyük rakibi olan ABD’ydi. ABD’yle ticari ilişkilerinde Çin hem sermaye çekti hem de teknoloji transfer etti. Bu dönemde Çin’in iki hayati eksikliği vardı. İlki Çin’in doğal kaynaklar açısından zayıf olmasıydı. Fakat bu eksiklik sayesinde Çin ABD’yle ticaretini ham-madde satıp işlenmiş ürün alan standart bir sömürge ülkesi gibi sürdürmemiş oldu. Bunun yerine ucuz işgücü avantajını kullanarak ABD’nin yatırımlarının Çin’de üretime dönüşmesini sağladı.
Çin’in ikinci eksikliği ise teknolojik anlamda geri kalmış olmasıydı. Bu eksikliğin de bir avantaja dönüştürüldüğünü görebiliyoruz. Çin’le beraber diğer Doğu Asya ülkeleri de Batı Avrupa ve ABD’de büyük ar-ge yatırımları sonrası üretilen teknolojileri gayet masrafsız bir şekilde edinebilmişlerdi. Üstüne bir de ABD’nin teknoloji transferindeki desteklerini düşününce son tahlilde Çin ar-ge masraflarına ortak olmadığı bir teknolojinin son versiyonlarına sahipken Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin eski teknolojilerle idare ettiği bir tablo çıkıyordu önümüze.
Denizaşırı Çinliler Çin’in Ticaret Ağı
1980ler ve 90lar bu şekilde ABD merkezli bir uluslararası pazara açılma hikayesi üretirken Çin bir yandan da diğer Doğu Asya ülkelerinde yaşayan Çinliler üzerinden yeni ticaret ağları oluşturmaya başladı. Çin’in ekonomik yükselişinin en ilginç hikayelerden biri de bu denizaşırı Çinlilerin hikayesi aslında. Singapur, Malezya, Endonezya ve Tayland gibi Güneydoğu Asya ülkelerindeki büyük Çinli aileler bundan 200 yıl önce zaten Çin’in bölgedeki uluslararası stratejisinin kilit parçalarıydılar. Bu diaspora ailelerinin servetine baktığımızda bulundukları ülkelerde toplam nüfusun %6’sı kadar bir yere sahip olsalar da piyasada özel sektörün %70’ini ellerinde tuttuklarını görüyoruz. Deng Xiaoping döneminde Çin yeniden uluslararası pazara açılırken bu zengin diaspora Çinlilerini hem anavatanlarında yatırım yapmaya teşvik etti hem de onlar sayesinde üretimden satış aşamasına denizaşırı bir ağ kurmayı başardı. 2000lerin başında Çin’in daha proaktif bir şekilde, yatırım alan değil yatırımcı olarak, küresel pazara açıldığı dönemde yine denizaşırı Çinliler kritik bir role sahip oldular. Çin’in yapacağı yatırımlarda Çinli iş adamlarına rehberlik ettiler ve bölgedeki hükümetlerle Çin arasında köprü olmayı başardılar.
Aslında Doğu Asya’da Çin’in eskiden de sahip olduğu bir merkezi konuma yeniden yerleşmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Ming ve Qing hanedanlıkları zamanında Doğu Asya’daki siyasi sistem; Çin’in merkezde olduğu ve diğer ülkelerin sembolik hediyeleşmeler yoluyla Çin’e bağlılıklarını sunduğu, bunun karşılığında da Çin pazarına girme imtiyazı elde ettiği bir sistemdi. Bölge ülkeleri silah zoru olmadan Çin hegemonyasını kabul ediyordu çünkü karşılığında elde ettikleri ekonomik zenginliğin yanında Çin bu ülkelerin siyasi yapısına müdahale etmiyordu.
Çin şimdi 150 yıllık bir aradan sonra yeniden böylesi bir sistemi canlandırmaya başladı. 1993 ile 2003 arasındaki 10 yıllık döneme bakınca Çin ile ticaret hacminde Endonezya’nın 5 kat, Güney Kore’nin 7 kat, Malezya’nınsa 11 kat artış gösterdiğine şahit oluyoruz. Yani Çin’in gelişimi bu ülkeleri de beslemiş durumda. Başkan Xi Jinping döneminde de Çin bir başka tarihi yapıyı canlandırmaya yeltendi. İpek Yolu’nun modern versiyonu olarak lanse edilen Kuşak Yol Girişimi’nin Çin’i bölgesel bir güç olmaktan küresel bir süper güç olmaya taşıyıp taşımayacağını ise zaman gösterecek.
Kaynakça:
Chris Bramall – Chinese Economic Development
Giovanni Arrighi – Adam Smith Pekin’de
Commentaires